Leydi Ashley Thompson öfkeden köpürüyordu. Aslında hiç böyle biri değildi. Genellikle sakin, gülümseyen ama sivri diliyle hedefi tam on ikiden vuran biriydi. Ancak babasının onu bir adama, hiç tanımadığı bir adama vermiş olmasının düşüncesine katlanamıyordu. Yetmiyormuş gibi bir de kumarda kaybetmişti! Adam ödülünü almak üzere kapılarına dayanmasaydı bunu söylemeye de niyeti yok gibiydi üstelik!
Elinde ufak çantasıyla evinden ayrılırken başına gelenlere inanamıyordu. Göz yaşlarına boğulmuş annesiyle birlikte az yalvarmamıştı babasına. Ama Dave Thompson sözünün eri bir adamdı. Yine de onun da ne kadar üzüldüğü ortadaydı. Dave içten içe o genç denizcinin oyunu hatırlamayacak kadar sarhoş olmasını yada evinin nerede olduğunu bilmemesini ummuştu. Ta ki adam çat kapı evlerine gelene kadar. Uyuşukça ışıldayan gözlerine bakacak olursa unutmasına en ufak bir imkan yoktu.
Asi kızı bir kez olsun evleneceği adamın yüzüne bakmadan gemisinin bağlı olduğu limana doğru yürümeye başlamıştı. Denize açılacakları dışında hiçbir şey bilmiyordu ama bu gururuna engel olamıyordu.
Dave karısının ağlamalarını hala duyabiliyordu. Bir tanecik kız evlatlarını ne olduğu belirsiz bir adama vermişlerdi. Dışarıya yansıttığından çok daha endişeliydi. Denizcilerin nasıl olduğunu bilirdi. Acımasız, duygusuz… Kendisi de bir denizciydi. Ama iş kendi canından olan kızına gelince duygusuz olamıyordu. Arkasını dönmek üzere olan adamı bileğinden yakalayarak gitmesini engelledi. Merakla kendisine dönen yakışıklı denizcinin yüzünü inceledi. Vahşi yüzünde insancıl olan bir şeyler aradı. Kızına iyi davranmasını sağlayacak bir şeyler…
“O masum. Ona iyi bak.” dedi en sonunda. Fısıldayarak ekledi. “Lütfen.”
Ama genç denizci sadece omuz silkti ve yüzüne o yamuk gülümsemesini yerleştirdi. Kolunu çekerek bileğini Dave’in elinden kurtardı ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
“En azından onu bir kumarda bahis olarak ortaya atıp kaybetmeyeceğime emin olabilirsin.” dedi acımasızca. Yüzüne bakma zahmetini bile göstermemişti.
***
Ashley öfkeyle nereye gittiğine bakmadan yürüyordu. O kadar sinirliydi ki gözü hiçbir şey görmüyordu. Sakinleşmeyi denemişti ama yapamıyordu. Her seferinde annesinin ağlayışını duyar gibi oluyordu. Babası nasıl yapabilmişti? Nasıl onu kumarda kaybedebilirdi? Kaderine inanamıyordu. Erkeklerin ona olan ilgisine alışkındı ama evleneceğini hiç düşünmemişti. Hele ki böyle bir şekilde. En azından sevdiği yada tanıdığı biri olabilirdi kocası. Ama hayır, ne zaman gerçekten aradığını bulabilmişti ki?
Limana girince duraksadı. Burada bir sürü gemi vardı. Hangi gemiydi onunki? Küçüklüğü burada veya denizlerde geçen biri olarak tanığı gemileri elemeye başladı. Limandaki çoğu denizci onu tanıyordu. Babası oldukça bilinen ve saygı duyulan denizcilerden biriydi. Ashley de çoğu zaman babasıyla birlikte olduğu için onu tanıyorlardı. Bir iki kişiye selam vererek ilerlemeye başladı. Bir yandan da gemilerin isimlerine göz gezdiriyor, tanımadığı bir gemi arıyordu. ‘Sahibine’ sormaktansa kendi arayıp bulmayı tercih ederdi. Kaybolmak işine gelirdi bu durumda. Belki onu asla bulamaz ve kendi cehennemine def olup gider, Ashley’i de yalnız bırakırdı. İçinden bir ses böyle bir şeyin olmasına imkan vermiyordu nedense.
Birden bire bir geminin önünde duraksadı. Alayla evleneceği adamın çarpık da olsa bir espri anlayışı olduğunu düşündü. En azından kaz kafalı yada suratsız biri değildi. Gemisinin adını ‘Kumar’ koyduğuna göre bir şeyler vardı o kafanın içinde. Sahi, adam nasıl bir şeydi?
“Bulacağını tahmin etmiştim.” dedi yumuşak bir ses. Ashley korkuyla yerinde sıçrasa bile arkasını dönmedi. Ne ara yanına gelmişti bu adam?
“Yeni kölenizde zeka olması sizi şaşırttı mı yoksa?” diye yanıtladı sakince. Adam hafifçe gülerken gemiyi incelemeye başladı. Zamanın en iyi, en gelişmiş gemilerinden biriydi. Dışı biraz cila gerektiriyordu ama bunu dışında bir şeyi yok gibiydi. Çoğu gemiler gibi dışına çakılmış tahta parçalarıyla hasar giderilmeye çalışılmamıştı. Ya kaptanlığı çok iyi, ya da sadece basit işler için gemiyi kullanan gösteriş meraklısı ahmaklardan biri, diye düşündü. Gerçi sesine ve konuşmasına bakılacak olursa ikinci tahmininin doğru olma şansı daha yüksekti.
Güvertesi de oldukça güzeldi. Bir iki denizci zaten temiz olan yerleri temizliyorlardı. Şöyle bir etrafına bakındıktan sonra ‘sahibi’ ellerini çırparak denizcilere seslendi.
“Haydi, sizi kadın kılıklı ahmaklar! Hepiniz aşağı!” Ashley şaşkınlıkla herkesin emre uyup gemiyi boşaltmasını izledi. Bu adam ne yapıyordu böyle?! Amacı neydi? Ona saldıracak mıydı? Öldürecek miydi? Lanet olsun ki çok korkuyordu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu. Sesi güçlü çıkmasına rağmen titremesine engel olamamıştı. Ve ona bakmak istemiyordu. Bakarsa yüzündeki o cani ifadeyi görür ve çığlık atarak koşmaya başlardı. Zayıf görünmek istemiyordu.
“Rahatça açılabilmemiz için gemideki gereksiz ağırlığı boşaltıyorum.” Diye yanıtladı. Sırıttığı sesinden anlaşılıyordu.
Yaptığının bir anlamı yoktu. Tayfalar olmadan koskoca bir gemiyi idare edemezdi. Buna imkan yoktu. Aklından geçenleri çok merak ediyordu. Bir anda merakı galip geldi ve arkasını dönerek adamın yüzüne baktı.
Gözleri şaşkınlıktan fırlayacak gibi oldu. Bu beklediği şey değildi. Yakınından bile geçmiyordu. Olamazdı. Olmamalıydı.
Bu… Bu kahrolası denizci parçası çok… Yakışıklıydı!