Gıcırdayarak açılan kapının sesi pis kahkahalar atan korsanların sesi arasında neredeyse duyulmamıştı. Aslında Sawyer da duymamıştı. Bunu hissetmişti. Geçmişinden fırlayan o yüzü hissettiği gibi.
“Vay, vay… Büyük komutan Sawyer Conard. Görüşmeyeli nasılsın, eski dostum?”
“Jacques…” diye soludu Sawyer, Ashley’nin kulağına. İçindeki soğuk nefreti hisseden genç kadın başını dikleştirdi. Ne şekilde olursa olsun düşmanları karşısında zayıf görünmeyecekti. Bir esir olsa bile…
Jacques uzun boylu sıska bir adamdı. Adının ‘jackass (en kibar çevrimiyle sersem)’ kelimesiyle olan benzerliği görüntüsüne hiç uymuyordu. Uzun, keçeleşmiş ne renk olduğu belli olmayan koyu renk saçlarına ek olarak yüzünün şeklini tuhaf bir biçimde bozan, şakağından yanağına kadar uzanan derin, pürüzlü yara izi görüntüsünü daha da kötüleştiriyordu. Gözleri dipsiz bir kuyu kadar siyah, avını gözleyen bir yılan kadar soğuk ve hesapçıydı. Ondaki bir şeyler Ashley’yi çok korkutuyordu. Sawyer’la aralarında geçmişe dayanan, çözülmemiş bir dava olduğu ortadaydı. Genç kadın bunun ne olduğunu merak etti.
“Jacques… Bizi bırak.” Sawyer kendini sakin olmaya zorluyordu. Bu aşağılık herif acımasızlığıyla bilinirdi. Sürekli kayan gözlerinden Ashley’e takıldığını anlayabiliyordu. Zavallı, minik, masum karısına dokunduğunu düşünmek bile genç adamı çileden çıkarıyor, midesini bulandırıyor ve cinayet işleme isteği uyandırıyordu.
“Aah, hiç olur mu? Önce bir şeyler yiyelim, biraz konuşalım hatta size yatacak yer bile bulurum. Sonra Jacques kötü bir ev sahibi dedikodularıyla uğraşamam. Gelin dostlar…” diyerek onları kaptan köşküne davet etti.
Ashley yutkunarak kocasına baktı. Genç adam hafifçe başını salladı ve kolunu sahiplenircesine eşinin omzuna doladı.
Birlikte zaten hazır olan yemek masasına yerleştiler. Sawyer içgüdüsel bir tavırla Ashley’ye mümkün olduğunca yakın oturuyordu. Bu hareketi Jacques’in kartal gibi gözlerinden kaçmamıştı elbette.
“Buyurun dostlar, afiyet olsun.” Sawyer masanın altından Ashley’nin elini sıktı ve yememesi gerektiğini belirtti.
Jacques yiyecekleri bir bir mideye indirirken ikili sadece endişeyle oturdu. Sonunda korsanın da karnı doyunca keyifle arkasına yaslandı.
“Şimdi sizlere yatacak bir yer bulalım. Artık hava karardı. Sohbetimizi yarın yaparız.”
“Kendi gemimde yatmayı tercih ederim. Hem akıntıya kapılmasını da istemem.” Diye yanıtladı Sawyer soğukça.
“Ah, gemin için endişelenme, bizimkine bağladık onu da. Kaybetmeyeceksin.”
“Yine de kendi gemimde geçirmek istiyorum geceyi.” Jacques bir an düşünüyormuş gibi göründü.
“Sanırım en altlarda sana uygun bir odamız var dostum. Hem yalnız da kalmazsın, sana eşlik edecek bir sürü fare olduğuna eminim. Ve siz, Leydim… Siz yatağımda bu gece bana eşlik edeceksiniz.” Sawyer yumruklarını sıkarak öne çıktı ama Ashley onu durdurdu.
“Asla.” Genç kadın ilk defa konuşuyordu.
“Oh, ısrar ediyorum.” Korsanın gözleri gerçekten ısrar ediyor gibiydi.
“Neden beni hemen öldürmüyorsun?” Sesi kendini şaşırtacak kadar soğuk çıkmıştı. Jacques hiç etkilenmemiş gibi bir kahkaha patlattı.
“Pekala. O zaman sanırım siz de dostuma ve farelere eşlik edeceksiniz. Konuşmamıza yarın devam ederiz.” Reverans yapar gibi önlerinde eğildi ve ellerini çırparak iki tane dev gibi güçlü korsanı içeri çağırdı. Adamlar Sawyer ve Ashley’yi sıkıca tutarak mahzenlere doğru ilerlediler. İkisi de kaçmaya dahi teşebbüs etmedi. Biliyorlardı ki kaçamazlardı. Deneyip de yakalanmaları halinde iki dakika geçmeden ölü olacaklardı. En iyi şansları gece yarısına kadar sabredip, adamlar likörden sarhoş olunca harekete geçmekti.
Jacques yalan söylemiyordu, burası gerçekten de farelerle doluydu. Yan yana konmuş birkaç demir kafesin içi boştu. Sawyer ve Ashley’yi iki tanesine kapattıktan sonra sarı dişli korsan sırıtarak anahtarı onlara gösterdi ve cebine attı. Köşedeki sandalyesine yerleştikten sonra likör bardağını eline alıp şerefinize der gibi kaldırdıktan sonra tepesine dikti.
İstedikleri oluyordu. Karı koca sanki önceden anlaşmışlar gibi sessizce oturup bekliyorlardı. Korsanın uyuması için içlerinden dua ediyorlardı. Hava kararmıştı. Diğerlerinin uyuması pek fazla sürmezdi. İşte o zaman şanslarını zorlayıp buradan kurtulacaklardı. Tanrıya şükürler olsun ki başka kimse yoktu bu bölümde.
Korsanın sızması tahmin ettiklerinden de uzun sürdü. Ama sonunda olmuştu. Ancak şimdi uğraşmaları gereken daha ciddi bir sorun vardı. Anahtar adamın cebindeydi ve o olmadan kafesin kapısını açamazlardı. Lanet olsun ki kolu oraya uzanmazdı. Sawyer hızla düşünürken Ashley de saçıyla oynuyordu. Biraz uğraştıktan sonra o yığının arasından metal bir toka çıkardı.
“Kadın olmakla pek ilgim olmasa da bazen işe yarıyor.” Diye fısıldayarak elinden geldiğince sessizce kilidi açmaya koyuldu.
Biraz uğraştıktan sonra kilidin açıldığını bildiğin o yumuşak ses duyuldu ve ikisi de rahatlıkla iç çekti. Genç kadın ses yapmamaya çalışarak Sawyer’ı da kafesten kurtardı. Dışarı çıkar çıkmaz genç adam elini karısına uzattı ve daha önceki bilgilerini kullanarak geminin çıkışını aramaya başladı.
Gece olduğu için motorlar durmuş, bütün tayfalar uyuyordu. Aslında çoğu uyanamayacak kadar sarhoş olsa da ses çıkarmamak için ekstra bir çaba harcıyorlardı. Güverteye kadar kimseye yakalanmadan çıkmayı başarmışlardı. Kısa bir süre etrafta dolaşıp kendi gemisinin nerede olduğunu belirlemeye çalıştıktan sonra yeniden harekete geçtiler. İki gemi kalın iki halat yardımıyla birbirine bağlanmıştı. Sawyer birine Ashley de diğerine tutundu ve suyun üzerinden diğer gemiye doğru ilerlemeye başladılar.
Sawyer gemiye adım atar atmaz hızla kazan dairesine koştu. Gittikleri fark edilmeden buradan olabildiğince uzaklaşmak istiyordu.
“Halatları çöz ve denize at!” diyerek Ashley’e emir vermeyi de unutmadı gitmeden.
Kısa sürede geminin motorları hayata geçti ve ağır ağır yol almaya başladılar. Jacques’in gemisi gözden kaybolana kadar genç adam endişeyle onu izledi. Yeteri kadar uzaklaştıklarında iyice sinir küpüne dönmüştü. Bir şekilde atmalıydı. İsteklerini bastırmakta zorlanıyordu.
“Demek yunuslarla yüzmek, öyle mi?” diye Ashley’ye sataştı öfkeyle. Cevabı fazla gecikmedi.
“Oldukça eğleniyorduk!” Yeşil gözleri alev alev yanıyordu. Şu anda birinin sıcaklığına ihtiyaç duyuyordu ama ona yakınlık gösterecek tek insan tutmuş kavga ediyordu.
“Büyük eğlenceydi doğrusu! Eğer Jacques ve adamları bu kadar saf olmasaydı başımıza neler gelebileceği hakkında bir fikrin var mı, bayan ben her şeyi bilirim?!”
“Bizi öldürürdü, tabii ki!” Ve Sawyer kahkaha attı.
“Ah, tatlım, çok safsın. Ölmek ödül gibi bir şey olur. Farkında değilsen söyleyeyim, az kalsın sana tecavüz edecekti. Üstelik daha ben bile sana dokunmamışken…”
Genç kadın ‘tecavüz’ kelimesiyle neye uğradığını şaşırdı. Sanki kanı damarlarında donmuştu. Neyse ki hemen kendini toparladı.
“Kendimi öldürmeyi tercih ederim.” Diye yanıtladı soğukça.
“Öyle bir şansın olmayacaktı, güzelim.” Sawyer’ın yanıtı alaylıydı.
“Bak. Bunu neden tartışıyoruz ki. Sonuçta ikimiz de zararsız kur-” Ashley sözünü bitiremedi. Dudakları Sawyer’ın dudakları tarafından ilk defa esir alınmıştı.