"Kimsin sen?"
Aynı soruyu bende kendi kendime sordum.
Kimim ben?
Soruyu içimde sorgu çukuruna çekerken dayanamayıp yineledi. "Sana soru sordum!"
Anılarım bir bir zihnime düşerken sıkıca gözlerimi yumdum. Geçmişimin tek kırıntısını hatırlamak dahi istemezdim ama varlığımın da en büyük kanıtıydı.
Göz kapaklarıma düşen yağmur damlalarıyla açtım gözlerimi. O an fark ettim ki aramızda 10 santim var yada yoktu. Ne ara bu kadar dibime girmişti? İmayla kaşlarını kaldırarak "Kim olduğunu bilmiyor musun yoksa?"
Sesimin sert çıkmasına dikkat ederek "Sana ne! Neden bu kadar sorguluyorsun? Yoluna baksan iyi edersin!" Hızla sırtımı ona döndüm ve önümde yükselen çıkmaza doğru yürümeye başladım.
" Ne o! Duvarın içinden mi geçmeyi planlıyorsun?" İğeneleyici sorusundan sonra sinir bozucu kahkahası eşlik etti.
Öfkem bütün vücudumu sararken eş zamanlı olarak koşmaya başladım. Önümdeki boydan boya uzanan duvara toslamadan yan duvardan destek alarak en uç noktasına atladım, düşmeden tutunmuştum. Ayaklarımı ve kollarımı kullanarak çevik bir şekilde duvarın tepesine tırmandım ve kendimi boşluğa bıraktım. Artık duvarın diğer tarafındaydım.
Dönüp boydan boya uzanan duvarı izledim. Gelmesini bekledim. Gelmedi... Yavaş yavaş öfkem kaybolurken mantığım devreye girdi. Beni bulmaları an meselesiydi. Bu semtten toz olmam gerekiyordu artık.
*
*
*
1 AY SONRA
Kış iyiden iyiye bastırmış her yeri beyaza boyamıştı. Montuma iyice sarındım. Gündüzleri güneşin etkisiyle bu kadar soğuk olmuyordu. Ama geceleri dondurucu rüzgarıyla ve çıkardığı o lanet uğultu sesi buz kesmeme sebep oluyordu. Tıpkı çığlık seslerini andırıyordu.
Soğuktan zangır zangır titreyen çenemi zapt etmeye çalıştım. Ellerimin arasında bulunan poşeti açıp içerisine göz attım. Bayatlamaya yüz tutmuş ekmek yanında kibrit kutusu kadar peynir, biraz da domates vardı. Yeter de artardı bile, akşam yemeğim hazır!
Poşeti iyice bağlayıp oturduğum yerden doğruldum. Bulunduğum yer bir alt geçitti. İçiciler dışında pek kullanılmayan alt geçit... Boydan boya uzanan koridoru izledim kimse yoktu. Artık eve gitme vakti. Üst caddeye çıktığımda etrafı kolaçan ettim. Şehir çoktan uykuya gömülmüştü.
Gündüzleri sokaklarda pek gezmiyordum. Ne zaman şehire karanlık çökerse o zaman dışarıya çıkar yiyecek bir şeyler arar gün doğmadan eve geri dönerdim. Evden kastım büyük bir mağazanın kullanılmayan deposuydu.
Tanıdık caddeye gelince binaların arka sokağına saptım. Çöp kutusundan çıkan berbat kokuyla burnumu elimle kapadım. Yerde duvara dayanmış kartonu çekip aralık bıraktığım camı geriye doğru ittim. İçeriye girmeden önce sokağın sonuna doğru bakıp birinin olup olmadığını kontrol ettim.
İçeri girdiğimde hemen camı örttüm. Sıcacık odayı soğutmak istemezdim. Montumu çıkarıp yerdeki süngere kendimi bıraktım. Soğuktan kasılan kaslarım yavaş yavaş gevşemesi beni mutlu etmişti. Yüzümde ki gülümsemeyi silip doğruldum. Açlıktan yanan midem artık beni rahatsız ediyordu. Poşetteki ekmeği alıp elimle yardım. Peyniri ve önceden dilimlenmiş domatesi yerleştirdim. Yemeğimi yerken gözüm, duvara attığım çentiklere takıldı.
Yiğit ağabeyden kaçalı tam 1 ay olmuştu. Zaman ne kadar da hızlı geçti. Sonra aklımdan hiç çıkmayan babamı düşündüm. Durumu nasıldı acaba? O an çok özlediğimi fark ettim. Onunla sadece iki gün vakit geçirebilmiştik. Ama sanki yıllardır bana babalık etmiş gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
ActionSoğuk bir nefes kulağımdan esip geçti. "Sobe küçüğüm. "Hayır bu imkansız! Bu kadar erken olamaz. Ondan kilometrelerce uzaktaydım! Tiz bir kahkaha. Bu sesi nerde olsa tanırdım. Bu oydu bulmuştu beni.Boğazımı sıkarak "Hatırladın mı beni?"Küfür ede...