Not: Bu bölümde kullanılan görseller temsilidir.
Gün geçtikçe her nefes alışımda göğsüme saplanan acılara bir yenisi daha ekleniyordu. Düşündükçe deliriyor, sorguladıkça kafayı yiyecek gibi oluyordum. Bir yanım geçmişe sırt dönmeye can atsada diğer yanım sarılmak istiyordu. Çünkü öfkenin her demine ihtiyacım vardı.
Baba! Sadece iki hece... Söylemesi çok kolaydı. Heyecanla dudaklarıma odaklanıp o iki heceli sözcüğün ağzımdan çıkmasını beklerdi. Bense ona çok görmüştüm. Şimdi haykırsam yeri göğü inletsem duyamazdı.
Affet beni baba! Böyle olsun istemezdim.
Güneşin keskin ışığı gözlerimi yakmak istercesine sertti. Kapşonumu iyice çekip gözlerimin gölgede kalmasını sağladım. Tedirginlik bedenimi esir ettiğinden beri itinayla dizilmiş arabaları inceliyordum. Şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu."Nerede kaldın Yiğit Ağabey!" Huzursuzca yerimde kıpırdandım.
Tanıdık siyah lüks araba görünürüme girince hemen yerimden doğruldum. Eğik bir şekilde arabaların arasından geçip Yiğit Ağabeyin arabasına ulaştım. Umarım herhangi bir kamera beni çekmemiştir... Kapı kulpuna asılıp hemen içeriye girdim. Kapıyı örtüp kapşonumu indirdim.
Kaskatı kesilmiş vücuduma küfür ederken yüzümü ona dönemiyordum. Çünkü buna cesaretim yoktu. Hiçbir şey demeden çekip gitmiştim. Ne bir not ne de başka bir şey öylece... Ama yapamazdım işte. Bile bile tehlikeye atamazdım.
"Irmak!" cılız çıkan sesi kırgın gibiydi aynı zamanda şaşkın. Yüzümü ona çevirdiğimde çatılmış kaşlar ve kızgın bir surat daha vardı karşımda. Montumun cebinden katlanmış kağıt parçasını elime alıp onun eline uzandım. Ellerinin arasına bıraktığımda hâlâ ağzını açıp tek kelime etmemişti. Bilmediği çok şey vardı, bazı şeylere anlam veremiyordu farkındaydım. Belki de bana güvenmiyordu. Kapı kulpuna uzandığımda kolumu yakaladı.
"Seni bırakacağımı mı zannediyorsun?" elimi elinin üzerine koyduğumda gözlerimi gözlerine diktim. "Bırakmalısın!" Fazlasıyla vakit harcamıştım. Zaman aleyhime işliyordu. "Lütfen verdiğim kağıdı oku." Tekrar kapı kulpuna uzandığımda kolumu hala bırakmamıştı. Bu kez sertçe çekiştirdi. "Yiğit Ağabey güven bana!" Kapının açılma sesi kulaklarıma dolarken kolumda ki eli gevşemiş ve bırakmıştı. Kapşonumu başıma geçirip ayağımı dışarıya attım. Kapıyı örttüğümde son kez göz göze gelmiştik.
1 ay olmuş ses seda yoktu. Bu sessizlik beni fazlasıyla geriyordu. Ya yerimi bulamamıştı ya da büyük ve can yakıcı bir plan hazırlıyordu. Birincinin olması için dua etmekten başka çarem yoktu. Kalbim delicesine atarken psikopatça insanların suratlarını ve binalarını tepelerini izleyerek bir kaç saat sokaklarda oyalandım. Takip edilip edilmediğime karar verdiğimde tanıdık sokağa girip kartonu yerinden çektim. İçeriye girdiğimde soğuk tenim sıcakla buluşunca gevşemişti. Tahir'in hâlâ uyuduğunu fark ettiğimde montumu çıkartıp yanına uzandım.
Bir zaman sonra Tahir'in inlemesine irkilerek ona döndüm. Anlından boncuk boncuk akan terleri ve gittikçe solan yüzü beni korkutmaya yetmişti. Onu sarsarak "Tahir!" Gözleri açılır gibi oldu ama hemen geri kapandı. Süngerden kalkıp plastik leğene yürüdüm. Yanında ki damacanayı eğip suyun birazını boşalttım. Özenle sakladığım yama parçasını suyun içerisine batırdım.
Burası çok sıcaktı, iltihap geçti sanarken yine nüksetmişti. Tahir'in yanına gidip üzerindekiler çıkarmaya koyuldum. Kusursuz vücudu gözler önüne sererken yüzümde ki basıncı çoktan hissetmeye başlamıştım. Neyse ki Tahir baygındı kızarmış suratımı görmeyecekti. İç çamaşırıyla kalınca yana döndürüp dün akşam değiştirdiğim bandaja bakındım. Artık değiştirilmesi gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
ActionSoğuk bir nefes kulağımdan esip geçti. "Sobe küçüğüm. "Hayır bu imkansız! Bu kadar erken olamaz. Ondan kilometrelerce uzaktaydım! Tiz bir kahkaha. Bu sesi nerde olsa tanırdım. Bu oydu bulmuştu beni.Boğazımı sıkarak "Hatırladın mı beni?"Küfür ede...