Bölüm 10

632 29 5
                                    

9 yaşındaki küçük Dilşa'nın cenazesinin üstünden iki hafta geçmişti.
"Allah'ım," demişti Leyla günlerce.
"Nasıl bir acı bu? Nasıl geçecek?"

Ama geçmişti. İçi soğumaya, yarası kabuk tutmaya başlamıştı. İçindeki fırtına dinmişti. Etraf yine darmadağındı ama tamir etmeye çalışıyordu. İyileşiyordu.

Leyla o gün, yine okulun kapısındaydı. Zil çalmıştı, öğrenciler sırtlarında kocaman çantalarıyla yavaş yavaş okuldan çıkarken o kapının önünde duruyordu. Çantası elindeydi. Kitapları da... Ama o gitmiyor, yerdeki rastgele bir noktaya dalgın dalgın bakıyordu.

Küçük bir elin ceketini çekiştirmesiyle gerçek dünyaya döndü. Başını çevirdiğinde öğrencilerinden Mehmet'in kendisine dikkatlice baktığını gördü.
"Sen niye burda böyle dikiliyon öretmenim?"
"Bilmem, dalmışım..."

Leyla küçük oğlanın hizasına gelebilmek için yere çöktü, çocuğun hırkasını düzeltti. Leyla'nın ellerini çekmesiyle Mehmet'in sarılması bir oldu.
"Biz seni çok seviyoz öretmenim."

Mehmet de Dilşa gibi 3-A sınıfındaydı. Leyla Dilşa'nın ölümünü çocuklara söylediği günü hatırladı. Cenazenin hemen ertesi günüydü. Küçük tabutun başında fenalaşmasına rağmen kalkmış okula, öğrencilerine ders anlatmaya gelmişti.

O gün ne kadar utançla çıkmıştı çocukların önüne. Sesi ne kadar titriyordu.

Leyla kollarını küçük Mehmet'e doladı.
"Ben de sizi çok seviyorum."

Ayrıldılar. Çocuk koşarak arkadaşlarının yanına giderken Leyla da gözleriyle onu takip ediyordu. Bir aralık Mehmet'in arkasından
"Koşma yavrum, düşeceksin!" diye bağırdı.

Leyla Küçük oğlanın arkasından bakarken gözleri okulun bahçe kapısını buldu. Ve kapının ardındaki iri yapılı erkeği gördü. Gülümsedi. Yanına doğru adımladı.

"Mücahit? Hoşgeldin. Burada ne işin var?"

'Mücahit, burada ne işin var?'

Keşanlı'nın içindeki ses bu soruyu tekrarladı. Bir cevap bulamamıştı.

"Bilmiyorum, sanırım seni göresim geldi."
"Ben de seni görmek için tabura uğrayacaktım. İyi oldu geldiğin." dedi Leyla gülümseyerek. Mücahit ciddileşti,
"Hayırdır, neden? Bir şey mi oldu?"
"Hayır, sadece... Eve gitmek istemiyordum."
"O zaman biraz yürüyelim?"
"Yürüyelim."

🍃

Mücahit Serdengeçti ve Leyla Turan Karabayır'ın sokaklarında yan yana yürüyorlardı. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Gökyüzünde mavi, kızıl ve turuncu birbirine karışmıştı. Leyla günün bu zamanına bayılırdı. Başını çevirdi ve Mücahit'in kendisine bakmakta olduğunu gördü. Güneşin son kızıl ışıkları yüzüne vuruyordu ve ela gözleri bir başka görünüyordu.


"Ben sana lisedeyken falcılık dersi aldığımı anlatmış mıydım?"
"Falcılık mı?"dedi Keşanlı garipseyen bir gülümsemeyle. Leyla da sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi,
"Evet."dedi.
"Lise 3. sınıftayken bir komşumuz biraz anlatmıştı. O dönem bütün arkadaşlarım merak sarmıştı bu işe. Halimiz o kadar komikti ki."
Kıkırdamaları sokağı çınlatırken Leyla,
"Gülme ama,"dedi. Halbuki ilk kendisi başlamıştı.
"Hâlâ bir şeyler hatırlıyorum. Mesela,"diye konuştu Mücahit'in elini bileğinden zarifçe tutup cebinden çıkarmasını sağlayarak.

Leyla Mücahit'in parmaklarını avuç içinden çekti. Bu sırada adımları iyice yavaşlamış ve en sonunda durmuştu. Mücahit küçük bir kızın çay partisi oyununa katılmış gibi gülüyor, Leyla ise ciddiyetle Mücahit'in avcuna bakıyordu.

ÖĞRETMEN HANIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin