Bölüm 12

610 23 1
                                    

Soğuk... Sanki Leyla'ya milyonlarca iğne batıyormuş gibi hissettiriyordu. Genç öğretmenin bilinci açık fakat gözleri kapalıydı. Uyuşmuş gibiydi.

Yatar pozisyondaydı. Üzerinde yattığı bazanın tellerini hissedebiliyordu. Sol omzunun ve kalçasının beton zeminle temasını engelleyen tek şey, işte bu eski bazaydı.

Leyla soğuktan kızardığını - hatta morardığını - tahmin ettiği uyuşmuş sol elini, soğuktan korunmak için sağ kolunun üstüne koydu. Boşuna bir çabaydı bu. Çünkü Leyla elinin altında kazağını bile hissedememişti.

Sessizlik... Leyla rüzgarın uğultusu dışında hiçbir şey duymuyordu. Baygın gibi yatmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.

'Ne oldu? Ne oluyor? Kazağım neden üzerimde değil? Neden uyanamıyorum? Neredeyim?'

Timle beraber yemek yediklerini hatırlıyordu. Sonra Mücahit'le beraber evine geldiğini de...

Ama evine girdiğini hatırlamıyordu.

Apartman kapısından içeri girmiş, merdivenleri çıkmış, anahtarını cebinden çıkarmıştı. Sonra...

Sonra ne olmuştu?

Apartmanda kolundan çekildiği bir an belli belirsiz gözlerinin önüne geldi. Anı o kadar bulanıktı ki Leyla gerçekliğinden emin olamıyordu.

Neden sonra boynunda bir acı hissetti. Bu acı gözlerinin önüne boynuna sivri bir şeyin batırıldığı bir anıyı getirdi. Böyle bir şey gerçekten yaşanmış mıydı, yoksa beyni ona boynunda hissettiği acıyla uyumlu yapma bir gerçeklik mi sunuyordu?

Leyla gözlerini büyük bir çabayla açtı. Güçsüzce gözlerini ovuşturdu. Soğuktan elleri ağrımıştı. Yan yatıyordu. Sırt üstü döndü.

Baktığı tavan, tanıdık değildi.

Hızla doğruldu. Başı dönmüş, görüşü kararmıştı. Normale dönünce içinde ne kadar zamandır baygın yattığını bilmediği odaya göz attı.

Oda gri betondandı. Bomboştu. Ve kesinlikle tanıdık değildi.

Ayağı kalktı. Ahşap pencerenin önüne geldi. Hava aydınlanmıştı. Bulunduğu yer herhangi bir yerleşim yerine yakın gözükmüyordu.

Leyla korkuyordu.

Kaçırılmış mıydı?

Pencereden tekrar baktığında gördüğü silahlı teröristlere bakılırsa, evet.

Kaçırılmıştı.

🍃

Küçük Mehmet okul müdürünün sobasını yaktığı sınıfında, ellerini çenesine dayamış camdan bakıyordu. Gözleri pencerenin ardındaki yol manzarasındaydı. O her zamanki yokuştan her zamanki arabanın çıkmasını bekliyordu.

Ama araba çıkmıyordu.

Mehmet umutsuzlukla sınıfın saatine baktı. Leyla Öğretmeni öğrencilerine saate bakarak zaman tutmayı henüz yeni öğretmişti, o yüzden önce saatin çalışma prensibini hatırlamaya çalıştı. Yuvarlak, üstünde sayılar olan tabelanın üzerindeki çubuklardan kısa olan akrepti, saati gösteriyordu. Uzun olana ise yelkovan deniyordu. Ondan da dakika öğreniliyordu.

Leyla Öğretmeni her gün kısa çubuk dokuzda, uzun çubuk on ikide olduğu zaman sınıftan içeri girerdi.

Bu gün, uzun çubuk da kısa çubuk da taa ona kadar gitmişti.

Ama öğretmenleri gelmemişti.

En ön sırada oturan Gülsüm hayalkırıklığıyla sınıf kapısına baktı. İç geçirdi.
"Neden gelmedi?"
"Hasta olmuştur. Baksanıza hava ne kadar soğuk." diye yanıtladı onu Mustafa. Dicle
"Ben öğretmenimi özledim." diye mırıldandı. Fırat ise
"Ben de." dedi burukça.

ÖĞRETMEN HANIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin