Mehmet~
Kendi kendime düşündüm de bir an, bugün burada olmamın hiçbir mantıklı sebebi yok gerçekten. Nerede mi?
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin önünde...
"Ben böyle değildim inan eskiden!!" diye şarkılar geçiyor içimden. Kendime sesleniyorum hep meşgule bırakıyor nedense. Dün bütün gece rüyalarımda uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de bugün okulunun kapısına dayandım bu ateş parçasının.
Bu koskoca okulda nereden bulacaksam küçücük kızı. Neyse ne! Göremezsem bende giderim olur biter. Kendimle yaptığım pek de iç açıcı olmayan konuşma sonrasında okulun kapısından çıkan kalabalığa takılıyor gözlerim.
Grup kalabalık olmasına rağmen bakışlarım tek kişiye odaklanıyor hemen. Üzerinde ki çiçekli elbisesi hafif rüzgârda nazlanırcasına salınan, karamel saçlı bir kıza. Her zaman yaptığı gibi elleriyle bir şey anlatıyor karşısındakine. Beynimin bir yerine kaydediyorum. *Konuşurken el hareketi yapmayı seviyor.
Gözleri amaçsızca etrafta gezinirken benim gözlerimle buluşuyor bir saniyeliğine fark etmeden geçiyor üzerlerinden... Kirpiklerinin gözlerimde bıraktığı izler ferahlatıyor ruhumu. Sonra tekrar döndürüyor bakışlarına bana doğru. Bu sefer o güzel gözlerinde şaşkınlığın koyu hareleri var.
Arkadaşlarına bir şeyler söyleyip yanıma doğru yürümeye başlıyor. Ellerimi yumruk yapıp sıkıyorum kalbimin üzerine bastırmamak için. Allah aşkına, tüm dünya bu kızın eteklerine tutunmuş bana doğru yürüyor sanki...
Etrafıma ıtır kokusundan bir fanus örerek gözlerimin içine bakıyor. "Merhaba Komiserim!" sesi minik bülbüllerin melodilerine benziyor. Gözlerimi kırpıştırıp biraz kendime gelmeye çalışıyorum.
"Merhaba Narin..."
Adının tınısı bile aşka davet ediyor beni. Gözlerinin mavisi, Saçlarından yükselen o karamel kokusu. Elinde ki koca bir cup çikolatalı dondurmaya bakan beş yaşında bir çocuk gibi şenleniyor ruhum. Ben aşkı acı çekmek sanıyordum bu yaşıma kadar. Ama meğerse aşk çilek kokulu bir baharmış...
"Hayırdır Komiserim asayiş berkemal mi okulumuzda?"
Muzur bakışlarına aynı bakışlarla cevap veriyorum: "Elbette Doktor Hanım. Asayiş berkemal, ufak bir işim vardı ondan geldim."
"Ne güzel..."
"Efendim?"
"Şey diyorum. Asayiş... asayişin berkemal olması çok güzel..."
O gülümsüyor ben de gülümsüyorum. Ufak çöpten adamlar ayaklarımızı birbirine bağlıyorlar aşağıda. Bir tanesinin elinde küçük kırmızı bir kalp var üzerinde "Narin" yazan. Kalbime kadar tırmanıp elindeki ince çubukla kalbimin içine sokuyor elindeki kalbi. Olmayan parmaklarını olmayan ağzına kapatıp kıkırdayarak gülüyor ve aşağıya arkadaşlarının yanına karışıyor.
"Narin..."
"Efendim."
"Eğer müsaitsen bir yerlere gidip bir şeyler içelim mi?"
Tebrik ederim oğlum Mehmet içinde bu kadar belirsizlik olan başka bir cümle daha kurarsan seni kesin Türk dilini katletmekten hapse atarlar. Ama o bu ucu açık sorumu anlamış gibi bana bakıp gülümsüyor. Hain dudaklarım, kulaklarıma ulaşmak için irademle savaşıyor o anda.
"Bunda sonra dersim yok. Bir yerlere gidip bir şeyler içebiliriz elbette." Diyor gözlerinden taşan bir muzurlukla. Yere düşen lolipopunun kirlenmediğini fark eden bir çocuk kadar mutluyum o anda. Yan yana yürümeye başlıyoruz tasasız bir şekilde.
Sanki bütün dünya öğle uykusuna yatmış da bir tek biz ayaktaymışız gibi. Kalbime garip bir şeyler oluyor bu kızın yanındayken...
Narin~
"Ne güzel..." gözlerin var diyecekken kendime geliyorum bir anda. Ben beynimi acaba amfide mi bıraktım az önce. Farmakoloji hocası o kadar ilaç ismini ezberletirse sonum böyle olur tabi. Ama gözleri gerçekten çok güzel.
Sakin kıpırtısız bir sudan ceylanlar su içiyor sanki gözlerinde... Kırlangıçlar acelesiz salınıyorlar gök yüzünde... Ulu bir söğüt ağacı var içinde gözlerinin... İnsanın gölgesine sığınası geliyor.
"Narin.."
Adımın sese dönüşmesi kirpiklerimi titretiyor bir anda... Bir yerlere gidelim diyor, kabul ediyorum bilinçsizce... Gepetto Usta elindeki iplerle beni idare ederken bir yandan da neşeli kıkırtılar salıyor etrafa sanki.
Arabasıyla yaptığımız yolculuk boyunca camdan etrafa bakıyorum mecburen. Yüzümü ondan tarafa çevirmeye takatim yok. Neler oluyor bana anlayamıyorum. Ben bu adamdan hoşlanıyor muyum? Kalbim senelerdir başkasına aitken. Mucizevi bir şekilde o adamla buluşmuşken, şimdi bu bal gözler neden aklımı karıştırıyor ki.
Bir haftadır Ji Sub'un yanında bulamadığım bir aitlik hissiyle ruhum huzura kavuşuyor sanki. İçimdeki kuşlar minik dallar toparlayıp yuvalarını yapıyorlar buldukları bu bal rengi nehrin kıyısına... Tatlı bir uyuşukluk sarıyor bedenimi onun odunsu kokusunun sınırlarında.
Araba durduğunda geldiğimiz yere bakınca bir kez daha gülümsüyorum. Süleymaniye'nin hemen alt sokağındayız. Burada ki kafenin manzarası benim seyretmekten asla vaz geçemediğim tek manzara. Beni buraya getirmiş olması bir tesadüf mü?
Sessiz bir uyumlulukla en üst kata çıkıp terasa oturuyoruz. Bora elinde menüsüyle yanımıza yaklaşırken yüzünde belirgin bir şaşkınlık var.
"Narin, Mehmet Komiser'im. Siz birbirinizi tanıyor musunuz?"
Bora'nın Mehmet'i tanımasının şaşkınlığıyla garip bir şekilde gülümsüyorum.
" Daha yeni tanıştık Bora. Sen nereden tanıyorsun Mehmet Komiser'i"
"Mehmet Komiser bizim daimi müşterimizdir Narin, senden iyi olmasın."
Bora'ya siparişlerimizi verirken bir farkındalık daha geçiyor üzerimden. İkimizde çay seviyoruz. Daha sonra konuştukça çayın yanına eşlik eden güzel bir kitaptan bu ikisine eşlik eden Sezen Aksu'dan da çok hoşlandığımız ortaya çıkıyor.
Bana neler olduğunu anlayamıyorum ama kalbime bir haller oluyor...
<< ~~~~~ >>
Hikayeye yeni başlayan arkadaşlar So Ji Sub'un kim olduğunun merak ediyorlar. Dış bağlantıya ve yorumlara kendisini izleyebileceğiniz linkler bırakacağım. :)