~Murat~
İki gün... İki koca gündür uyanmadı benim deniz gözlüm. Hepsi benim yüzümden. Ne vardı o kadar üzerine gidecek! Ahmet hocanın sözleri kulaklarımdan gitmiyor bir türlü.
"Ruhen çok yorulmuş Murat. Ne oldu bu kıza? Bedensel olarak uyanmaması için hiçbir neden yok. Ama vücudu kendisini korumaya almış gibi. Vakti geldiğinde uyanacaktır."
Hah ne mi olmuş... O Koreli züppeyi elime bir geçireyim... Yaşam enerjisini söktü kırlangıcımın. Yavaşça sokuldum odasına. Bade'yi neredeyse kovarak göndermek zorunda kalmıştım. Nasıl da solgun görünüyor. Ben bir tek ona konuşurdum. Başka kimsem yok ki... Yine başladım ona konuşmaya.
"Dilim kopsaydı da söylemeseydim sana o sözleri Narin'im. Bilmiyor musun sen beni? Bir hava alıp dönmeyecek miydim yanına? Ne zaman gidebildim ki ben senden? Sen benim evim değil misin ? Annem, kardeşim değil misin ? Nasıl inanırsın seni bırakacağıma? Nasıl... Bir iyileş bunun için canına okuyacağım senin! Sonra da yemin olsun Kore ye gidip o adamı pataklayacağım sırf keyif için! "
"Murat..."
Kısık çatallaşmış sesiyle kendime geldim. "Narin'im... Ceylanım uyandın mı?"
"Başımın etini yedin Murat..." deyip kırık bir tebessümle yeniden gözlerini kapattı.
~Bade~
İki gündür uyanmıyor güzel gözlü arkadaşım. Hep kafasız Murat yüzünden. Aslında haklı tabi. Sevdiği kız başkasına gidecek diye korkuyor. İnsanın kalbi acır mıymış? Evet acıyormuş şimdi anlıyorum. Murat kendini Narin için paraladıkça ben hem sevinip hem yanıyorum. Nasıl hissetmem gerektiğini bile unuttum...
Hastane koridorları rüzgar gibi geçerken içimden dua ediyorum. Lütfen uyanmış olsun. Lütfen...
Kapıyı araladığımdan önce Narin'i görüyor gözlerim. Sırtını hafifi yükseltmiş yatakta oturuyor. Yüzünde yorgun ama hülyalı bir bakış var. Bakışlarını takip edince Narin'in elinin üzerine başını koymuş uyuyan Murat'ı görüyorum. Narin diğer eliyle hafifçe okşuyor başını Murat'ın.
Kalp sadece acımaz son damarlarına kadar parça parça da olurmuş... Şimdi anladım...
Narin beni fark edince yüzüne o melekleri kıskandıran gülümseme yayılıyor. Önce işaret parmağını dudaklarına değdirip sessiz olmamı işaret ediyor sonra da elini uzatarak yanına çağırıyor. Usulca yanına oturuyorum. Boynuma uzatıyor başını. İçten içe titrediği o an fark ediyorum.
"Korkuttum değil mi sizi?" diyor kısık sesiyle. "Özür dilerim.."
Serumun izin verdiği oranda sarılıyorum dostuma. "Aptal kız neden özür diliyorsun? Bizden birine bir şey olsa sende aynısını yapmaz mıydın?" Menekşe gözlerini kaldırıp gözlerimin içine bakıyor. Sanki ruhumu okur gibi. Elimi tutuyor sıkı sıkı..
"Murat... Benim kardeşim Bade... Ne olur üzülme.."
Şaşırıp kalıyorum. Nasıl anlamıştı ki içimde ki fırtınayı. Tek bir kelime söylemiştim ben ona. Ufak bir tebessümle bakıyor yüzüme hala...
"Biliyorum Dostum... Biliyorum..."
~Narin~
Bade'nin kızaran yanaklarına bakınca biraz olsun gücüm yerine geliyor. Ne sandın kuzum senin aşkını bir tek benim taş kafalı Murat'ım anlayamaz. Konuşmaya cesaret edememiş olmalı ki çantasını açıp bana telefonumu uzatıyor. Aha konuyu değiştirelim diyorsun öyle mi tamam, görüyorum güzelim. Telefonumu alıp karıştırmaya başlayınca gördüklerim gözlerimin yeniden kararmasına neden oluyor. Başımı duvara yaslayıp bir süre gözlerimi kapatıyorum. Tekrar açıp telefona yöneltiyorum bakışlarımı.
15 cevapsız çağrı bir o kadar mesaj.
"Neredesin Na Rin?"
"Arayabilirsin demiştin neden açmıyorsun?"
"Konuşmak istemiyorsan mesajla cevap veremez misin?"
"Artık merak etmeye başladım. İyi misin?"
Bade boğazını temizleyince dikkatimi ona yöneltiyorum. Bu yüzünde ki duygu nedir? Korku mu?
"Narin.. Şey oldu.."
"Ne oldu Bade?"
"Dün telefonunu Murat açtı... Ji Sub la konuştu. Şey... Aslında daha çok adamın üzerine bir yanaradağ gibi patladı desem daha doğru bir tabir olur. Önce Türkçe olara sonra onun anlamayacağını akıl etmiş olacak ki İngilizce olarak sayıp sövdü. Sonra da kapattı. Ji Sub da bir daha aramadı zaten..."
Tekrar gözlerim karardı dememi bekliyorsanız yanılıyorsanız. Murat o kadar kolay kurtulamayacaktı elimden. Hala elimin üzerinde yatan başının altından elimi biraz kaldırıp hızlıca çektim. Başı yatağa çarptıktan sonra bir tane de elimde yapıştırdım başına.
"Ne oluyor be!"
"Ne yaptın sen!"
Bir an boş boş suratıma baktıktan sonra önce Bade'ye sonra bana sonra da elimdeki telefona bakınca jetonunun sesini hepimiz işitmiştik.
"Ne yapmışım. Ağzıma geleni saydım. Pişman mıyım? Hayır! Daha fazlasını yapmak için Kore'ye gitmediğime şükret sen. O çekik gözlerini bir bir oyacaktım yoksa!"
Bir andan konuşuyor bir yandan kapıya doğru kaçıyordu. Son sözleriyle beraber kapının dışına atmıştı kendini çoktan.
"Ne yapacağım ben şimdi?"