5.Bölüm: 'Borç'

265 30 10
                                    

"Ona kalbimin ısındığını, içimize ölünceye kadar değişmeyecek bir sevginin saçıldığını ve oraya kıymık gibi batarak yer ettiğini duyuyorum."

|Romanlar, Cahit Zarifoğlu|

Bölüm şarkısı;
Farah Zeynep A. -Ben de delirebilirdim

5.Bölüm; "Borç"

Kime güvenirdiniz? Hayat size karşı bu kadar berbatken ben buna güvenirim diyebileceğiniz birisi olur muydu? Gözü kapalı kendinizi teslim edebileceğiniz. Ben duvarlarımı bu yüzden örmüştüm. O kadar sıkı bir duvardı ki asla yıkılmaz. Bıraksam sonsuzluğa kadar dayanabilirdi. Ama şimdi ellerimle bir delik açmaya çalışıyordum o duvarda, onun için. Onu daha yakından görebilmek için. Sanırım bu, duvarımı ilk kez yıkmama değebilirdi.

"Giyindin mi?" Ali'nin artık sıkılmış sesini duyunca derin bir nefes verip kısa elbisemi az da olsa aşağıya indirmeye çalıştım ve önümdeki kemeri bağladım salaşça. Ayna olmadığı için durumumu bilmiyordum. Saçlarımın üst yarısını alıp yukarıda topuz yaptım ve altta kalan hafif bukleleri serbest bıraktığım da olduğunu umuyordum.

"Evet, geliyorum." Aldığım topuklu ayakkabılara baktıktan sonra dudağımı ısırdım. Güzel olmak için daha önce hiç giymediğim bir şeyi giyip kendimi rezil etmek üzereydim. Ve bunu yapmak istemiyordum. Güzellik umurumda değildi. Onun yerine kenardaki kaba botlarımı alıp ayağıma geçirdim. Bakışlarım görebildiğim kadar üzerime gittiğinde kötü durmadığını farkedip kapıyı açtım ve boş salona ilerledim.

Salona her girdiğim beynim Ali'yle burada kalacağımın sinyallerini yolluyordu bana. Ve evet. O artık Ali'ydi. Ben istediğim için değil, o istediği içindi. Duvarları yıkıyorduk sanırım.

Salona girdiğimde bana arkası dönük onu farkettim. Ellerim onu görmemle birlikte heyecanda katılınca buz gibi olmuştu. Onları birbirine kenetleyip heyecanımı yok etmeye çalıştım. Bakışlarım tedirgince onu buldu. Mükemmel bir manzaradan farksızdı. Üzerinde jilet gibi bir takım elbisesi vardı. Koyu siyah rengindeydi. Ve içindeki gömlekte aynı renkti. Bu onu tamamen soyutluyordu. Kirli sakallarını biraz azaltmış daha hafif bir görüntü vermişti. Attığım adımların hafif tıkırtısıyla sanki bunu duymuş gibi omzunun üzerinden bana döndüğünde saçlarının duruşuyla dudaklarımın arasından titrek bir nefes verdim. Bir insanın bu kadar mükemmel olmasının imkanı olduğunu sanmıyordum. Her şeyi benim için ilgi çekiciydi. Aklıma Alacakaranlık'ın bir sahnesi geldiğinde gülümsememek için kendimi zor tuttum. Benim için yapılmış bir uyuşturucu.

Bu sefer gömleğinin sadece ilk düğmesi açıktı ve bu ona resmiyet kazandırmıştı. Kaşları biçimli bir şekilde havaya kalkıktı. Bakışları her zaman keskin ve hafif kısıktı. Ona bu mükemmel havayı katan insanı titretecek kadar mükemmel bakışlarıydı zaten. Bakışlarında bir idam masası vardı. İpi her zaman tepede. O masadan canlı çıkmak zordu. Bazen beni bile öldürüyormuş gibi geliyordu.

"Hazırsan, gidelim." Dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan yutkunurken. Bakışlarımı kaçırıp kafa salladım ve kenardaki montumu aldım. Elbiseyle pek uymasada bu soğuk havada bunu umursamazdım sanırım. Arkamdan geçen adımları kapıya gitti. Arkasından ilerledim.

Kapıyı açıp geçmem için beklediğinde telefonumu montumun cebine koyup geçtim. Arkamızdan kapıyı kapadığında duraksadım.

"Ali Bey anahtarı aldınız mı?" Bakışları beni bulurken elinde tuttuğu kabanını üzerine geçirdi ve kaşlarını çattı.

"Aldım." Bunu sert söylediğinde duraksadım. Bir şey mi demiştim şimdi? Anahtarı soruyordum sadece. Derin bir nefes verip önden merdivenleri indim. O idam masasına oturmuştum tekrar. Dua ediyordum ölmemek için.

ÜVEYLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin