Ateş evden nasıl çıktığını bile anlayamamıştı. Korktukları sonunda başlarına gelmiş miydi yoksa?
Arabaya bindiğinde kapıda bekleyen karısına baktı. İçli içli ağlıyordu. Teselli edebilecek zamanda değildi. O yüzden karısına başıyla onay verip gazı kökledi.
Dolunay hala telefonun diğer ucundaydı. Yapması gerekenleri söyleyip telefonunu açık bırakmasını söyledi. Telefonu hoparlöre alıp navigasyonu çalıştırdı.
Tek odağı biran önce kamp alanına varmaktı.
Ateş'in eşi Lara vakit kaybetmeden Demir'i aradı ve çocuklarının saldırıya uğradıkları haberini verdi.
Daha fazla bir şey söyleyemeden telefon suratına kapandı. Çocukları olmuyordu. Ateş sorun etmiyordu ama üzülmediği anlamına gelmiyordu.
Eşi her ne kadar anlayış gösterse de onunda üzüldüğünü biliyordu. Dolunay'ın yaşadığı sorunlardan dolayı Demir'den onu evlatlık istemişlerdi ama Demir şiddetle karşı çıkmıştı.
Yine de bazı zamanlar Dolunay'ı onlara bırakıyordu. Onlarda evlat sevgisini öyle gideriyordu. Yetiştirme yurdundan evlat edinebilirlerdi ama o Dolunay'a takılıp kalmıştı. Tıpkı Ateş gibi.
Dolunay'a bir şey olmasından çok korkuyordu. O savunmasız bir çocuktu gözünde. Eğer olur da işler istediği gibi olursa ilerde Dolunay'ı yanına alacaklardı.
Kapı açılıp korumalardan biri kendisini Demir'in evine götüreceğini öğrenince çantasını ve telefonunu alıp evden çıktı.
Demir hem öfkeli hem de üzgündü. Dolunay o şekilde gittiğinden beri geceleri uyuyamıyor yaptıklarından pişmanlık duyuyordu.
Bazen kendini kontrol edemiyordu. Özellikle söz konusu Dolunay iken.
Aklındakileri dağıtmak için kafasını sağa sola salladı. Son sürat kamp alanına gidiyordu. Tıpkı Ateş gibi.
Aile söz konusu olunca bütün aile seferber olurdu. Umarım geç kalmadan yetişebilirlerdi. Umarım korktuğum şey olmaz diye düşünüyordu. Yoksa önüne kim çıkarsa çıksın asla affetmezdi.
Dört saatlik yolu bir buçuk saatte gelmişti. Kamp alanına vardığında yerde bazı cesetler ve yaralılar vardı. Kimin öğrenci kimin saldırgan olduğu pek anlaşılmıyordu.
Acele ile arabadan çıkarken Ateş'in arabasını fark etti. Çevresine bakınınca yaralı birinin başında duruyordu. Daha doğrusu onu sorguluyordu.
Yanına gittiğinde Ateş'in kendisine ateş saçan gözlerle baktığını gördü ama oralı olmamış gibi davrandı. Çünkü çocuklarına bir şey olursa kendisini affedemezdi.
"Buraya kadar gelmişler. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun dimi? Hepimizi tek tek avlıyorlar. En zayıflardan başlıyorlar bu sefer." Kardeşinin sözleriyle derin bir iç çekti ve konuşmadan ormana doğru ilerledi.
Zaten şuan yeterince gergin ve üzgündü kardeşinin sözlerini çekebilecek durumda değildi.
Ormanın içinde bile yaralılar mevcuttu. Bu kanını alevlendiriyordu. Hepsi çocuktu. Bunları hak etmiyorlardı. Kardeşi peşinden gelip ormanın içlerine doğru dağıldılar. Arada karşılarına çıkanlar olunca acımadan öldürüyorlardı.
Demir ilerde Akın'ı fark edince yanına doğru koşmaya başladı. Oğlu ağır bir şekilde yaralanmıştı ama mücadeleyi bırakmıyordu. Oğluna saldıranlar onun için bir hiçti. Onları da alt ettikten sonra oğluna bakmak istedi ama oğlu kendinden geçmişti.
Omzundan ve göğsünden yaralanmıştı. Yaraları derindi. Zehir kullanmış olmalılardı ki oğlu kendinde değildi.
Oğlunu kucaklayıp kamp alanına yöneldi. Tek temennisi Dolunay'ın iyi olmasıydı. Yoksa yeryüzünde tek bir tane ne iblis ne de iz sürücüleri bırakırdı.
Aynı zamanda Ateş ormanda ilerlerken sezgileri onu Serdar'a götürmüştü. Genç çocuk göğsünden yaralanmıştı. Çevresine bakınıp Dolunay'ı göremeyince hem endişe hem de öfke duydu.
Serdar'ın yanına çöküp "Merak etme evlat iyi olacaksın. Dolunay nerde? Güvende mi?" diyerek yarasına baktı.
"O olması gereken yere gitti. Orda güvende olmasını ümit etmekten başka şansımız yok." Serdar'ın sözleri kesik kesikti. Yüzünden de anlaşıldığı gibi çok acı çektiği belliydi.
Ateş onu kucaklayıp kamp alanına doğru hızlı adımlarla gitmeye başladı. Biraz da olsa içi rahatlamıştı. Dolunay şuanlık güvendeydi.
İki kardeş aynı anda kamp alanına girince Demir kendini daha kötü hissetmeye başlamıştı. Bir evladı yaralı diğeri yoktu.
Ateş abisinin durumunu görüp başını iki yana salladı. "Bir an önce eve gitmemiz gerekiyor. Çocuklar kötü. Orda konuşuruz." Demir ateşi onaylayıp Akın'ı arabaya yerleştirdi.
Aynı işlemi Ateş'te yapınca arabalar art arda ilerlemeye başladı. Yine son süratle ilerliyorlardı. Çocukların bir an önce tedavi olması gerekiyordu.
Demir'in evine vardıklarında doktorlarda oradaydı. İki gençte ağır yaralıydı. Bu yüzden iki doktor istemişlerdi. Doktorlar yaralara müdahalede bulunduktan sonra yara olan kısımların çevresinde tahriş olduklarını fark ettiler.
Doktorlardan yaşlı olanı zehirlenme belirtileri olduğunu söyleyip çantasından küçük ilaç şişeleri çıkardı.
"Spurge Laurel bitkisi kullandıklarını düşünüyorum. Çoğu zehirlenme belirtileriyle hemen hemen aynılar. Ama yaralanmalara bakarsak bu bitkinin zehrinden yararlanılmış. Eski bir teknik ama yinede etkileyici."
Doktor aile fertlerinin yüzündeki telaşı görebiliyordu. Neyse ki gençler iyi olacaktı. Bunu kaldırabilecek güçtelerdi.
Defne ağacından yapılmış bir panzehiri gençlere içirdiler. Yaraları içinde özel bir merhem verdiler. İşleri bittikten sonra eşyalarını toparlayıp çıkışa doğru ilerlediler.
"İyileşmeleri biraz zaman alır. Zehirli bir yaralanma olduğu için atlatmaları o kadar zor olmayacaktır. Ama bu gibi yaralanmalarda iyileşmeler biraz zaman alabiliyor. Geçmiş olsun." Diyerek doktorlar oradan ayrıldı.
Demir salona dönerken koltuğa çökercesine oturdu. İlk defa ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ellerini başının arasına alıp gözlerini kapattı. Her şeyin bir kabus olmasını diledi.
Eşi gözü yaşlı ondan bir haber bekliyordu. Keza kardeşleri de birer açıklama.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN GÖZÜ
Teen Fiction"Onu bul ve koru." karanlığın içinden gelen ses oldukça sert ve pusluydu. Adam anlam veremeden çevresine bakınıyordu. Aynı ses tekrar yankı buldu gecenin karanlığında. "Onu bul ve koru." Adam cesaretini toplayıp boşluğa doğru bağırdı. "Kimi bu...