16. Bölüm Sarah Amaro

33 14 21
                                    


Bütün hayatım aşağılanmakla ve zorluklarla geçiyordu. Kimsenin umurunda değildi. Henüz çok küçük yaşlarda buraya bırakılmıştık.

Aslında benden dört yaş büyük ablam vardı. On iki yaşımdayken cadılar tarafından yapılan bir saldırıda onu almışlardı. Zor olan hayatımız o gittikten sonra daha kötü bir hal aldı. Ailem hainlikle suçlanıp infaz edilmişti.

Ben ve ablam küçük olduğumuz için bizi dışlanan bölgeye yerleştirmişlerdi. Her ay çok az miktarda para veriliyordu. Sadece belirli yiyecekleri alabiliyorduk. Başkalarının eskileriyle idare etmek zorunda kalıyorduk.

Yaşadıklarımdan dolayı ölmeyi çoğu kez istemiştim ama babama verdiğim sözden dolayı kendime yaşamak için telkinlerde bulunuyordum. Her ne olursa olsun ailemin masumluğunu ispat edecektim. Tabi buradan kurtulup normal bir hayat yaşayabilirsem.

Yine kimsenin beni rahatsız etmeyeceği gizli bölgeme gelmiştim. İnsanların beni aşağılayıp hırpalamasından bıkmıştım. Sonra onunla tanışmıştım. Onu ilk gördüğümde korkmuştum. Onunda diğerleri gibi olduğunu sanmıştım ama o bana normalmişim gibi davranıyordu.

O okula gelmeden adı yayılmıştı bile. Hakkında pek bir bilgi yoktu. Eve giderken o da peşimden gelmişti. Böylelikle de arkadaş olmuştuk. Çok meraklı ve sorgulayan bir yapısı vardı.

Böyle devam ederse başına bela alacağı için onu uyarmıştım. Yalnızlığa alışan ruhum ona alışmak istemiyordu ama ona bağlanıyordum. Bir gün onunda gideceğini biliyordum.

Bir yetmiş boylarında esmer, küçük kalkık bir burnu vardı. Dudakları normalden biraz daha dolgundu. Gözlerinin rengini net olarak belirleyemiyordum. Yeşil, mavi ve kehribar rengiydi. Eşit şekilde bir ressamın elinden çıkmış gibi renkler birbirine orantılıydı. Araya şeritler halinde de diğer renkler karışmıştı.

İlk defa böyle bir göz rengiyle karşılaşmıştım. Saçları üstler uzun olacak şekilde yanlardan kısaydı. Elmacık kemikleri güzel bir dolgunluktaydı. Onun erkek olmadığını bilsem kız sanabilirdim.

Kızları kıskandıracak bir yüze sahipti. Vücudu ince ve kıvrımlıydı. Bir erkeğe göre sıskaydı. Dikkat çeken bir diğer yanı ise tuhaf bir esmerliği vardı. Yanlış bir izlenime kapılmaması için ona fark etmediği zamanlarda bakıyordum.

Okulda benim için kavga ettikten sonra bir birimize daha da bağlanmıştık. Sanki abimmiş gibi davranıyordu.

Ona asılmamamı yoksa üzülen tarafın ben olacağımı söylediği an çok utanmıştım. Onun yüzünü dağıtmak istemiştim. Birde sırıtıp ' Üzgünüm ama tipim değilsin.' Demişti.

Düşündükçe hala çıldıracak gibi oluyordum. Artık okuldakiler Dolunay'dan dolayı benimle uğraşmayı bırakmışlardı. Kavga anında gözleri lacivert ve siyaha bulanmış gibiydi. Sanırım en büyük etken bu olmuştu.

Dolunay takıldığı gruptan olan Yonca sayesinde iş bulmuştu ve birkaç ay güzel geçmişti. Sonradan olan olaylar yüzünden kasabaya çok saldırı olmaya başlamıştı.

Yine kendisi gibi tuhaf olan bir diğer şey ise Dolunay'ın olayları hatırlamamasıydı. İlkin yalan söylediğini düşünmüştüm ama ilk kez büyü gücümü kullanarak yalan söylemediğini öğrenmiştim.

Sanırım bir tür kötü olayları silen bir hastalığa sahipti.

Yonca'lar ile beraber gittiğimiz eğlence yerlerinde güzel vakit geçirmiştik. Son olarak bara gittiğimizde takip edildiğimizi fark ettim.

Yanlış algılamış olabileceğimi düşünüp diğerlerini tedirgin etmek istememiştim ama Dolunay'ın ters giden bir şeyler olduğunu anlaması uzun sürmedi. Ondan tuhaf bir enerji yayılıyordu.

Bardan çıkarken Onu fark etmiştim. Onun için iblisten bile daha kötü diyorlardı. Kimseye merhamet etmeyen bir avcıydı. Avcıların gelecekteki lideriydi. Eğer sizi merceğine almışsa kurtuluşunuz yok demektir.

Ve onun radarında şuan Dolunay varmış gibi görünüyordu.

Dolunay'ın ona ilerlemesini engelleyip çıkışa doğru çıkarmıştım. Tanrım bu çocuk aklını kaçırmış olmalı. Ona her şeyi en başından anlatmalıydım.

Deli cesareti vardı ya da tam aksine bir aptaldı. Düşünmeden belaya atlıyordu. Çoğu kez bunu yapmıştı ve artık dikkat çektiği için kasabada istenmiyordu.

Eve doğru giderken yine izleniyormuşuz hissine kapılmıştım ama yol bitmek üzere olduğu için sesimi çıkarmamıştım. Aniden gelen sarsıntıyla kafamı cama çarptım ve inanılmaz bir acı yaşadım.

Öleceğimizi düşünüyordum. Çünkü bizi takip edenler şeytana ruhunu adamış yeminlilerdi. Sonumuz gelmişti. Ben bunları düşünürken Dolunay arabadan çıkmamıza yardımcı oldu.

Yonca en kötü yaralanan olmuştu. Bizlerde ufak yaralar vardı. Tabi ilerleyen saatlerde beyin kanaması geçirmezsek eğer.

Dolunay Yonca'nın yanında kalmamızı söyleyip arabanın bagajından bir şeyler aldı. Dikkatli baktığımda zincirlerle bütün olan iki hançer gördüm.

Dolunay dönüp tekrardan bize bakınca aslında anlatmam gereken şeyler için geç kaldığımı fark ettim.

Gözleri yine siyah ve lacivert renginde boğulmuştu. Karşıdakiler saldırmadan Dolunay'ın onlara saldırması bizi çok şaşırtmıştı.

Dolunay onlara acımasız bir şekilde saldırıyordu. Farkında mıydı bilmiyorum ama yüzünde şeytani bir gülümseme vardı. Bu beni korkutmuştu.

Şuan onlardan pek farkı yok gibiydi. Onları alt ettikten sonra yerde yatan adama hançeri saplamasını beklemiyordum. Doğrulup bize doğru adımlamaya başlayınca aslında ne kadar üzgün olduğunu gördüm.

Az önceki düşüncelerimden dolayı utanmıştım. Onları öldürmeseydi eğer onlar bizi öldürecekti. Arkadaki iblis cadıları ve iblis yandaşlarını görünce Dolunay'a seslenemeden Dolunay aldığı darbeyle metrelerce yerde sürüklendi.

Nefes alamıyordum. Onun ölmüş olabileceği aklıma gelince kalbim durdu sanki. Yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu ve hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu.

Ona yardım etmek için adım atmıştım ki iblislerin bize yaklaştıklarını gördüm. Önceleri bu kadar saldırıları olmuyordu ama son zamanlarda saldırılar çok artmıştı.

Kapana kısılmıştık. Sayıları çok fazlaydı ve ne yapacağımızı bilmiyordum. Dolunay hiç hareket etmiyordu. Korkudan titriyordum. Kurtuluşumuzun olmayacağına emindim.

Bize doğru saldırmaya başladıkları sırada en öndeki iblisin başı gövdesinden ayrıldı ve yere yığıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Kelle Avcılarının geldiğini gördüm.

Bu beni oldukça rahatlatmıştı. İblisler şaşırmış gibiydi. Çünkü Kelle Avcıları bu bölgeyi korumak için asla gelmezlerdi. Kargaşanın arasından sıyrılıp Dolunay'ın yanına gittim.

Başını dizlerime dikkatli bir şekilde koyduktan sonra nabzını kontrol ettim. Nabzı hissedilmeyecek şekilde güçsüzdü. Ellerim hep kan olmuştu. Histeri krizine girmiş gibi titriyordum artık.

"Dolunay. Lütfen gözlerini aç. Bana söz vermiştin. Sen ölürsen ben o karanlığa tekrar dönerim. Uyansana hadi." Onu sarsmama rağmen tepki vermiyordu.

Tuan yanıma gelip beni uzaklaştırana kadar Dolunay'a zarar verecek şekilde sarstığımı fark edememiştim. Yonca saldırıya uğrayacakken ona doğru atağa geçtik. Ama biz ulaşamadan kelle avcıları halletmişti bile. İblislerin çoğunluğu ölmüştü. Geriye kalanlarda kaçmıştı. Dolunay'ın yanına gidecekken onu göremedim. Kendine geldiğini düşünerek sevinmiştim ama yoktu.

Kelle avcıları da gitmişti. Ama Dolunay yoktu. Defalarca seslendim ama yanıt alamadım. Deli gibi hem ağlıyor hemde Dolunay'a sesleniyordum.

Artık bedenim bana ağır gelmeye başlayınca yer ayaklarımın altından kayıp dünyam karardı. Son hissettiğim sert bir şekilde yere kafamı çarptığımdı. Sonrası bilinmezlik.

ŞEYTANIN GÖZÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin