"Yemek yok mu acaba? Ben acıktımda." Sözlerimin üzerine oğlu ağzının içinden homurdanıp bir şey söyledi ama anlamadım.
Aykan yanımda kızarıp bozarınca bir şey olduğunu sanıp korkmuştum. Bana bakışlarını görünce omuz silkip Yekta Beyin yanına oturduğu eşine baktım.
Onu sanki tanıyormuşum hissine kapıldım bir an. Tanışmış olsak illa söylerdi herhalde. Ben yine dalıp gitmişken hizmetlinin 'sofra hazır efendim' dediğini işittim.
Yemekler bir harikaydı. Artık karnım patlamak üzereydi. "Teşekkürler uzun zamandır yemek yememiştim." Aykan bana öfkeli bakınca "Merak etme senin lapaların da fena sayılmazdı." Dediğimde hizmetlilerden kıkırdama gelmişti.
Salona döndüğümüzde biri bizi bekliyordu. Ensemdeki tüyler onu görmemle şahlandı. Tuhaf bir enerjisi vardı. Onlar Yekta beyle kendi aralarında konuşurken koltuğa Ecmel hanımın yanına geçmiştim. Oğlunun adının Cihangir olduğunu öğrenmiştim.
Ben kadına dalmışken başıma temas eden ellerle afallayıp geriye döndüm. Yeni gelen adam ben ne olduğunu anlamadan ellerini şakaklarıma koyup bir şeyler mırıldanmaya başladı.
Beynim buz kesmeye başladı. Ardındanda tuhaf bir sıcaklık. Gözlerimi açık tutamıyordum. Gördüğüm görüntüler sis perdesinin arasını aralamıştı. Beynim ağrıdan uyuşmaya başlamıştı artık. Kızılı hatırlamıştım ama beynim daha fazlası için zorlanıyordu.
Ağrı şiddetini arttırınca gördüğüm görüntülerin etkisiyle öfkeyle başımdaki elleri savurdum. Başım beni taşıyamayım koltuğa yığıldım. Sesler duyuyordum ama umrumda değildi. Kendimi toparlayınca ne olduğuna baktım ama temas kuran adam karşı koltukta kanlar içindeydi.
Ne yani bunu ben mi yapmıştım. Sadece ellerini savurdum bu kadar kötü olmaması lazımdı.
***** ***** ***** *****
Bir haftadır burada tutuluyordum. Esir gibi sayılmazdım ama özgürde değildim. Sebebi ise o adamın kendine gelememesiydi.
Kızıl beni merak etmiş olmalıydı. Umarım durumu iyidir. Bahçeye bile biri olmadan gidemiyordum. Şu lanet adam uyansa iyi olur yoksa hiç iyi şeyler olmayacaktı.
Yanıma gelen giden yoktu. Aykan arada geliyordu ama o da artık gelmiyordu iki gündür.
Başıma birden ağrı girince dizlerimin üzerine çöktüm. Çok tuhaf. Bedenim başkasına aitmiş gibi bir hisse kapılmıştım.
Ne olduğunu anlamadan kendimi parmaklıklar arkasında gördüm. Karanlık ve nemliydi. Ayrıca soğuk. Ne olduğu hakkından en ufak bir fikrim yoktu. Birinin ağlamasını işitince arkama dönüp onu görmeye çalıştım.
Kızıl olduğunu görünce çok şaşırdım. Yanına gidip sarılmak istedim ama elim içinden geçiyordu. Ona seslenmeme rağmen bana cevap vermiyordu. Sanırım bu bir rüyaydı. Rüyada bile böyle şeyler olabiliyormuş demek.
"Ağlama güzel şey. İki gün sonra infaz edileceksin. Belki öncesinde biraz eğleniriz ha ne dersin?" sesin geldiği yöne bakınca Kızıla söylediğini anladım. Bu beni çok öfkelendirmişti. O pisliğe doğru yöneldim ama içinden geçtim.
Çıldıracaktım artık. Hiçbir şey yapamıyordum. Çaresiz hissetmek beni öfkeden kudurtuyordu. Neyse ki biri ona seslendiğinde gitmişti.
Kızılın yanına dönünce adımı sayıklayıp ağlıyordu. Ne yani ben ölmüş müydüm? Bu imkansız. "Sana söz veriyorum. Seni kurtarmaya geleceğim. Beni bekle." Daha cümlelerimi bitirmeden kendimi kaldığım oda da bulmuştum.
Şaka mıydı bu? Deliriyor muydum? Mantık dışıydı her şey. Gerçek gibiydi. Benim buradan bir an önce kurtulmam gerekiyordu. Çok korkmuş olmalıydı.
Kaldığım odadan çıkıp salona geçtim. Ecmel Hanım koltuk yerine bu sefer tekerlekli sandalyedeydi. Bu beni şaşırtmıştı. Daha önce fark etmemiştim.
"Benim hemen buradan gitmem gerekiyor. Beni daha ne kadar tutacaksınız?" güzel, lafı dolandırmadan direkt konuya girmiştim. Bana yine o boş bakışlarından yollayınca
"Güzel kadınsın ama çok boş bakıyorsun. Görende dünyanın bütün sıkıntıları sen çektin sanır. Senden daha kötü durumda olanlar var. İnsan biraz olumlu ya da olumsuz hisler yansıtır ama sen çok ifadesizsin."
Sözlerim biraz olsun onu kızdırmış olmalıydı. Gözleri ışıldamıştı en azından. Ama cevap vermeyince bu beni biraz gerdi. " Madem cevap vermiyorsun bende sana sorma gereği duymam. Gidiyorum." Hala cevap vermediğini görünce çıkışa yöneldim.
Kapıyı açmamla peşime takılmaları bir oldu. Sesimi çıkarmayıp ilerlemeye başladım. Lanet olsun kapıya ulaşmam bile yarım saatimi alır. Silahımda yok ki korkutabileyim.
Nihayet kapıya varınca açmalarını bekledim ama açan olmadı. Beni tınlamadılar bile. Duvardan atlamayı düşündüm ama çüş yani on metre yüksekliğinde vardı.
Nereye düşmüştüm böyle. Omzuma dokunan eli büküp arkaya doğru çevirdim. Benimle gelen adamdı. Ne olduğunu bile anlayamadan üstümden takla atıp arkama geçmişti. Öfke damarlarımda kol gezmeye başlamıştı. Topuğumla dizine vurup dirseğimle yüzüne vurdum. Geriye birkaç adım ilerleyince diğerleride yaklaşmaya başladı.
Kavga cidden bazen tek çıkış olabiliyormuş. Üstüme gelen kişiye yumruğumu savurup gırtlağını isabet edince adam yere düştü. Diğerleri kısa bir anlığına tedirgin olsalar da toparlanıp saldırdılar.
Mahalle kavgasındaymış gibi önüme gelene yumruk ve tekme atıyordum. Dünyam birden tepe taklak olunca başıma darbe aldığımı anladım. Bu gidişle başıma aldığım darbelerden ölecektim.
Adamlar durmuştu ama kalkmaya niyetim yoktu. Dibime gelen ayaklarla kendimi sırt üstü çevirdim. Görüntüm netleşince başımdakinin Yekta Bey olduğunu gördüm.
Bana tuhaf bir şey görmüş gibi bakıyordu. Dilimin ucuna gelen sözcükleri dilimi ısırarak engelledim. Şuan ölmemem gerekiyordu.
"Şifacı uyandı. O konuştuktan sonra gidebilirsin." Cevap vermemi beklemeden gitmişti. Hoş, ona cevap verebilecek durumda değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN GÖZÜ
Teen Fiction"Onu bul ve koru." karanlığın içinden gelen ses oldukça sert ve pusluydu. Adam anlam veremeden çevresine bakınıyordu. Aynı ses tekrar yankı buldu gecenin karanlığında. "Onu bul ve koru." Adam cesaretini toplayıp boşluğa doğru bağırdı. "Kimi bu...