Bir gün Kâbe’nin yanından geçerlerken, babasından bir hayli geride kalmış Abdullah’ın karşısına bir kadın dikildi. Bu kadın, Abdullah’ın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan, Varaka b. Nevfel’in kız kardeşi Rukiyye idi.
O da, kardeşi Varaka gibi eski mukaddes kitapları okumuş, o kitaplarda ahir zamanda gelecek peygamberin sıfatlarını görmüş ve öğrenmişti. İç âleminde, Abdullah’ın yüzünde, o âna kadar hiç kimsede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca, bu sıfatlarla münâsebet kurdu. Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de, adeta güzelliğini ve iffetini unutarak Abdullah’ın yanına yaklaştı ve fısıldadı:
“Delikanlı, biraz dursana!”
Abdullah durdu.
Kadın, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Yüzünde parlayan nurun masumiyeti içinde Abdullah, “Babamla gidiyoruz” diye cevap verdi.
Kadın, bu masum cevap üzerinde pek durmadı ve asıl maksadını açıkladı. “Abdullah “ dedi. “Benimle şimdi evlenir misin?”
Abdullah’ın yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi. Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi.
Fakat Rukiyye, ona sahip olmak istiyordu. Arzusunu bir başka teklifle câzib hale getirdi. “Eğer” dedi. “Benimle evlenmeyi kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana vereyim!”
Abdullah, bu câzib teklife de iltifat etmedi ve iffetini sergileyen şu cevabı verdi:
“Haram öyle acıdır ki ölüm acısı onun yanında çok hafif kalır; helâl ise çok tatlıdır. Ey kadın, sen git, açıkça helâlinden ara! Şeref ve iffet sahibi olanlar, namuslarını ve dinlerini titizlikle korurlar. Onlar, namussuzluk demek olan bir işe nasıl teşebbüs ve cesaret edebilirler?”
[1]Bu asil cevabından sonra da, güzel Rukiyye’nin hüzün ve hayranlığı birleştiren bakışları önünde yoluna devam etti.
Günler sonra, evlenmiş bulunan Hazreti Abdullah, aynı kadınla Mekke sokaklarında bir kere daha karşılaştı. Aynı Rukiyye, ona karşı en ufak bir arzu ve hasret belirtisi göstermedi; bilâkis, hissiz ve bakışları, hayranlık şöyle dursun, çok donuktu.
Abdullah sebebini sordu: “Ne oldu sana? Halin değişmiş!”
Rukiyye, “O gün, alnında esrarlı bir nur parlıyordu. O nur karşısında kendimden geçtim. Ama şimdi onu göremiyorum!” diye cevap verdi.
Evet, Hazreti Abdullah’ın alnında parlayan nur artık yoktu.
Çünkü o nur Kâinatın Efendisine hamile olan, annelerin en büyüğü Hazreti Âmine’ye intikal etmişti.
Aslında, Hazreti Abdullah’a hayran ve meftun olan sadece bu kadın değildi. Kötü ahlâktan uzak, tertemiz ve en güzel haslet ve faziletlerle bezenmiş bu delikanlıya bütün Kureyş kızlarının gözleri çevrilmişti! Ama yüzündeki parlaklığın sırrına akıl erdiremeden; Hak Teâlâ’nın ona Ahir zaman Peygamberinin babası olmak gibi şereflerin en büyüğünü mukadder kıldığının hikmetini idrak edemeden!
Hazreti Abdullah’ın, Hazreti Âmine’yle Evlenmesi
Hazreti Abdullah, gün geçtikçe büyüyor, büyümesiyle de gönülleri etrafında pervane gibi döndürüyordu. Fakat o, dönen pervanelerin hiçbirine iltifat etmiyor, iffet ve namusunu tertemiz koruyordu.
Çok sevdiği oğlunun evlenme çağına geldiğini gören Abdülmuttalib, bir an evvel onu mesut bir yuvaya kavuşturmak istiyordu. Ancak ona, her yönüyle denk birini bulmak gerekiyordu. Abdülmuttalib, bunu bulmada gecikmedi. Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb b. Abdi Menaf’ın yanına vararak, kızı Âmine’yi oğlu Abdullah’a istediğini söyledi. Vehb, teklifi memnuniyet ve sevinçle karşıladı, sonra da şöyle konuştu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asr-ı saadet, Öncesi ve sonrası🌹
No FicciónSevgili Peygamber Efendimiz (صَلَّى اللهُُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ)'den önce ve yaşadığı Asr-ı Saadet'te ve sonrasında yaşanmış mühim hadiseler (önemli olaylar) in olduğu bir kitaptır. Sizde buyurmaz mısınız? Belki bu kitaptaki bilgilerden daha fazla ha...