HAZRETİ ABDULLAH

70 16 16
                                    

Bir gün Kâbe’­nin yanından geçerlerken, baba­sından bir hayli geride kalmış Abdullah’ın karşısına bir kadın dikildi. Bu ka­dın, Abdullah’ın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan, Varaka b. Nev­fel’in kız kardeşi Rukiyye idi.

O da, kardeşi Varaka gibi eski mu­kaddes ki­tapları okumuş, o kitaplarda ahir zamanda gelecek peygamberin sıfatlarını gör­müş ve öğrenmişti. İç âleminde, Abdullah’ın yüzünde, o âna kadar hiç kim­sede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca, bu sıfatlarla münâ­sebet kurdu. Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de, adeta güzelliğini ve if­fetini unutarak Abdullah’ın yanına yaklaştı ve fısıldadı:

“Delikanlı, biraz dursana!”

Abdullah durdu.

Kadın, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Yüzünde parlayan nurun masumiyeti içinde Abdullah, “Babamla gidiyo­ruz” diye cevap verdi.

Kadın, bu masum cevap üzerinde pek durmadı ve asıl maksadını açıkladı. “Abdullah “ dedi. “Benimle şimdi evlenir misin?”

Abdullah’ın yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi. Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi.

Fakat Rukiyye, ona sahip olmak istiyordu. Arzusunu bir başka teklifle câzib hale getirdi. “Eğer” dedi. “Benimle evlenme­yi kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana vereyim!”

Abdullah, bu câzib teklife de iltifat etmedi ve iffetini ser­gileyen şu cevabı verdi:

“Haram öyle acıdır ki ölüm acısı onun yanında çok hafif kalır; helâl ise çok tatlıdır. Ey kadın, sen git, açıkça helâlinden ara! Şeref ve iffet sahibi olanlar, namuslarını ve dinlerini titizlikle korurlar. Onlar, namussuzluk demek olan bir işe nasıl teşebbüs ve cesaret edebilirler?”
[1]

Bu asil cevabından sonra da, güzel Rukiyye’nin hüzün ve hay­ranlığı birleşti­ren bakışları önünde yoluna devam etti.

Günler sonra, evlenmiş bulunan Hazreti Abdullah, aynı ka­dınla Mekke sokak­la­rında bir kere daha karşılaştı. Aynı Rukiyye, ona karşı en ufak bir arzu ve has­ret belirtisi göstermedi; bilâkis, hissiz ve bakışları, hayranlık şöyle dur­sun, çok donuktu.

Abdullah sebebini sordu: “Ne oldu sana? Halin değişmiş!”

Rukiyye, “O gün, alnında esrarlı bir nur parlıyordu. O nur kar­şısında ken­dimden geçtim. Ama şimdi onu göremiyorum!” diye cevap verdi.

Evet, Hazreti Abdullah’ın alnında parlayan nur artık yoktu.

Çünkü o nur Kâinatın Efendisine hamile olan, annelerin en büyüğü Hazreti Âmine’ye intikal etmişti.

Aslında, Hazreti Abdullah’a hayran ve meftun olan sadece bu kadın değildi. Kötü ahlâktan uzak, tertemiz ve en güzel haslet ve faziletlerle bezenmiş bu de­likanlıya bütün Ku­reyş kızlarının gözleri çevrilmişti! Ama yüzündeki parlaklı­ğın sırrına akıl erdiremeden; Hak Teâlâ’nın ona Ahir zaman Peygamberinin babası olmak gibi şereflerin en büyüğünü mukadder kıldığının hikmetini idrak edemeden!

Hazreti Abdullah’ın, Hazreti Âmine’yle Evlenmesi

Hazreti Abdullah, gün geçtikçe büyüyor, büyümesiyle de gönülleri etrafında per­vane gibi döndürüyordu. Fakat o, dönen pervanelerin hiçbirine iltifat etmi­yor, iffet ve namusunu tertemiz koruyordu.

Çok sevdiği oğlunun evlenme çağına geldiğini gören Ab­dül­mut­ta­lib, bir an evvel onu mesut bir yuvaya kavuşturmak istiyordu. Ancak ona, her yönüyle denk birini bulmak gerekiyordu. Ab­dül­mut­ta­lib, bunu bulmada gecikmedi. Be­nî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb b. Abdi Menaf’ın yanına vararak, kızı Âmi­ne’yi oğlu Abdullah’a istediğini söyledi. Vehb, teklifi memnuniyet ve se­vinçle karşıladı, sonra da şöyle konuştu:

Asr-ı saadet, Öncesi ve sonrası🌹Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin