Çocuk Esirgeme Kurumu, İstanbul, 2011
Demir kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Gece yağmur yağmıştı ve tavandan sesler geliyordu. Rüzgâr açık pencereden içeri doldu. Ve sessiz koridoru sabah soğuğuna hapsetti. Ayak sesleri koridorun sonundaki odaya yaklaştığında Alp huzursuzca kıpırdandı. Tavana dikili gözlerini yumdu ve uyuma numarası yaptı. Ranzasının alt katında uyuyan oda arkadaşının kaba horlaması kulağını yastığına bastırmasına neden oldu. Kurum görevlisinin adımlarını saydı. Adamın eski kaleminin yoklama kâğıdının üzerinde çıkardığı sesi rahatça duyabiliyordu. Odadaki altı kişinin isimlerinin yanına attığı tik işaretini görür gibiydi. Adam, geceden bu yana kimsenin kaçmadığına iyice emin olduktan sonra odadan çıktı. Alp kapının kapanmasıyla gece kadar siyah gözlerini açtı. Odaya göz attı. Uyuyan beş kişinin yüzlerine teker teker baktı. Hiçbirini özleyeceğini sanmıyordu. Evet! Zerre kadar özlem duymayacaktı. Odada kendisi ile birlikte altı kişi vardı. Kendisi dışında beş kişi on yedi yaşındaydı. Alp ise on sekizdi büyük ihtimal. Hala ihtimaldi çünkü hangi saatte doğduğunu bilmiyordu. Saat beşi çeyrek geçiyordu. Belki çoktan on sekizine basmıştı. Ya da daha hala on yediydi. Hangi saatte doğduğunu söyleyecek bir annesi yoktu. Bu küçük eksiklik bile canını yakıyordu. On sekiz senedir bu kurumdaydı. Müdire Hanım'dan öğrendiği kadarıyla daha bebekken bu kurumun önünde bulunmuştu. Annesi bir not bırakarak onu terk etmişti. Yastığının altından annesinden ona kalan tek hatırayı -eski bir kâğıdı- çıkardı. Sabahın hafif ışığı odaya vuruyordu. Kâğıdı pencereye doğru tuttu.
"Lütfen ona iyi bakın. Onu çok sevdiğimi söyleyin. Adının Alp olduğunu söyleyin. Özür dilerim, oğlum... Özür dilerim, her şeyim..."
Dudaklarını birbirine bastırdı. Kendini ne sanıyordu bu kadın? Tek bir özrün yeterli olacağını mı düşünüyordu? Siyah gözleri öfkeyle parlıyordu. Yine de mürekkebin dağıldığı yerleri eliyle okşamaktan kendini alamadı. Annesinin gözyaşının olduğu yeri öptü. Gözlerini sımsıkı yumdu. Aklına hatıralar geliyordu. Tek bir güzel an, mutlu geçen tek bir saniye hatırlamıyordu.
On yaşındayken Müdire Hanım kendisini odasına çağırmıştı. Yıllarıdır büyümesini bekledikleri için söylemedikleri gerçeği söylemişti. Böylece Alp'in kafasında annesine karşı olan çoğu soru işareti cevap bulmuştu. Müdire Hanım sakin bir sesle Alp'in kurumun önünde bulunmasından bir gün sonra gazetelerin bir haber yayınladığını anlattı. Sabaha karşı balıkçılar bir kadın cesedi bulmuşlardı. Yapılan araştırmalara göre ölen kadının kısa bir süre önce doğum yaptığı tespit edilmişti. Ve Müdire Hanım o kadının Alp'in annesi olabileceğini düşünüyordu. Alp sessiz bir şekilde, tek bir tepki dahi vermeden Müdire Hanım'ı dinledikten sonra aynı sessizliğini koruyarak odadan çıkmıştı. Annesinin öldüğünü ve asla onu alamaya gelmeyeceğini o gün anlamıştı. On sekiz yaşına kadar burada kalmıştı. O kadar uyumsuz bir çocuktu ki evlatlık edinmek isteyen hiçbir aileye yanaşmıyordu. Arkadaşlarıyla arasında sorunlar çıkarıyordu. Kavga ediyordu. Kalbinde bugüne kadar tek bir sevgi tomurcuğu bile filizlenmemişti. Sanki ona hayat hep mutsuzluğu, nefreti öğretmiş gibiydi. Kimseyi sevmiyordu. Hatta bazen kendini bile...
Kendi yalnızlığının içinde yaşıyordu. Ve şimdi tek isteği buradan kurtulmaktı. Bu ranzadan, bu odadan, her gece yoklama yapan görevliden, küçükken geceleri korkudan yatağını ıslattığında söylene söylene çarşafları değiştiren hademeden, odanın içinde horuldayarak uyuyan insanlardan, hepsinden, herkesten ve her şeyden nefret ediyordu. Yan döndü. Karşı ranzada yatan çocuğu siyah gözleriyle süzdü. Sinirli bir gülümseme geçti dudaklarından. Fena dövmüştü bu çocuğu. Alp kaslı bir vücuda sahipti. O yüzden asla dayak yemezdi. Ve bu çocuğun kendisini fena halde kıskandığını biliyordu. Alp siyah gözleriyle, beyaz teniyle, yandan gülüşüyle, siyah saçları ve kaslı vücuduyla çok yakışıklı ve kızları bayıltacak derecede çekiciydi. Zaten Alp kendinde bir tek bunu seviyordu. Bir de ismine bayılıyordu. Onun dışında kendini de pek sevmiyordu. Uyuyamayacağını anlayınca kalkıp duşa girdi. Bugün özgür olacaktı, iyi görünmeliydi. Sıcak suyun altında keyifli bir duş aldı. Beline havlu sarıp duştan çıktı. Aynadaki görüntüsüne baktı. Sonra da kapıya sinsi bir gülümsemeyle baktı. Şunları son bir kez kıskandırmalı, diye düşündü. Islak saçlarını elleriyle karıştırdı. Su damlaları kaslarından aşağı süzülüyordu. Islık çalarak banyodan çıktı. Uyananların kıskanç gözlerle kendisini süzdüğünü görebiliyordu.
"Günaydın,"dedi en masum sesiyle. Başıyla selam verdi.
Lacivert "v" yaka bir tişört ve koyu renk bir kot pantolon giydi. Diğer kıyafetlerini aldı. Ufak bir valizin içine koydu hepsini. Tüm bunları yaparken gülümsemesini bozmadı. Nihayet kapı açıldı ve kurum görevlisi kalın sesiyle Alp'e seslendi.
"Çıkma vaktin geldi!"
Alp valizini eline aldı. İçinden koşmak geliyordu ama yavaş adımlarla arkasına bile bakmadan odadan çıktı. Niye baksındı? Sadece gitmek istemeyenler giderken arkasına bakardı. Kurumun bahçesinden çıktıktan sonra on adım ilerledi. Elindeki valizi yere bıraktı. Gözlerini kapatıp başını yukarı kaldırdı. Ciğerlerini havayla doldurdu. Sanki özgürlüğü kokluyordu. Mavi gökyüzüne hayranlıkla baktı. Heyecanı geçtikten sonra bir süre durdu. Aklında tek bir soru vardı.
Şimdi ne yapacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avcı|Tehlikeli Ruhlar Serisi 1|
RomanceAvcı, uçurumun esaretini de gördü, gökyüzünün özgürlüğünü de... Avcı, acıyı da tattı, çaresizliği de... Dünya'nın ona öğrettiği tek şey adaletsizlik Ve bulduğu tek çözüm, her şeye rağmen hayatta kalmak Yemini, bir daha asla güçsüz olmamak Amacına ul...