(Medya: Buse)
Evime girerken telefonum çalmaya başladığında hızlıca içeri girdim, kapıyı kapattım ve çantamdan telefonumu çıkardım. Arayan Nurcan teyzeydi. Ona ne diyebilirdim ki? Yaptığım onca hatadan duyduğum pişmanlığı ve yeniden kızımın annesi olmak istediğimi söyledikten sonra ona fikrimi değiştirdiğimi ve kızımın bakıcısı olmanın daha mantıklı geldiğini söyleyemezdim. Mantıklı da değildi zaten ama mantıklı hiçbir yol beni kızıma ulaştırmayacaktı.
Telefonun sesini kıstım ve ayağımı kalçama doğru kaldırıp topuklu ayakkabımı topuğundan tutarak ayağımdan çıkardım. Üzerimdeki yağmurluğu da çıkardıktan sonra yatak odama geçip yorganı kaldırmadan ve üstümü değiştirmeden kendimi yatağımın üstüne attım. Çift kişilik yatağımda fazladan duran bir yastığı alıp ona sarıldım ve dizlerimi de karnıma doğru çekerek uzandım sadece. Gözyaşlarım yine istemsizce akmaya başlamış ve yastığımı ıslatmıştı.
Sadece kızımı düşünebiliyordum. Yüzünü, gülümsemesini gözümün önünde bir film gibi geri sarıp tekrar tekrar izledim. İsmini çok sevmiştim. Ege için anlamlı olduğunu tahmin etmek zor değildi, onu çok az tanıyor da olsam hakkında bildiğim bir şey varsa o da duygusal bir karaktere sahip olduğuydu. Bu yüzden içten içe biliyordum hep kızımıza sahip çıkacağını. Harika bir baba olacağını... Kızımın ismini bile yeni öğrenmiş olmam bir yana, Ege'nin neden bu ismi koyduğunu merak ediyordum.
Onun için ve kızım için ölü sayılırdım. Öyle söylemişti. Tam da karşısında somut ve tıbben son derece canlıyken yüzüme baka baka kızımın annesinin öldüğünü söylemişti. Kızıma bıraktığım tek anının onlara ait olmadığını, emanet olduğunu söylemişti. İçten içe bir gün çıkıp geleceğimi tahmin ediyor olmalıydı ve o an bunu söylerken takındığı yüz ifadesinden, o gün kızının annesini -beni- büyük bir öfkeyle karşılayacağını ve kendini inandırdığı 'ölü anne' hikayesine inanmaya devam edeceğini anlamak zor değildi.
Geleceğimi tahmin ediyor ve o güne kadar geçen her an için bana büyük bir öfke besliyordu. Geleceğimi bekliyordu çünkü üç senedir bir gün geleceğimin düşüncesiyle tetikte yaşamıştı ve artık gelmemi hiç de istememeye başladığı zamanlarda geleceğimi bildiğinden o gün onun nezdinde tamamen yok olmam için tanımadığı o kadını içinde yavaş yavaş öldürmüştü.
Oysa ben senelerce içimde onu nasıl da yaşatmıştım, sevgisini, hayalini... O, beni her gün biraz daha öldürürken, zaten hatırlamadığı anılarımı birer birer geçmişinden silerken; ben hayatımı onunla yaşadığım o gecenin başlattığına inanıp kızımıza tutunmuştum. Beni hayatta tutan anıları, o kendi hafızasından istemsizce silmiş, bazılarını ise -mesela kızımızın doğumunu- hiç görmemişti.
Ben onu ve ona hissettiklerimi farkında bile olmadan yaşatmıştım oysa. Hayatında biri olduğunu öğrendiğimde hissettiğim şey kıskançlık gibi basit bir şeyden çok, somut bir kaybın, acısını yaşayamadan gözümün önünde ellerimden kayıp gitmesi; benimkinden sadece anılarını bırakarak yok olan birinin başka hayatlarda, başkalarıyla yaşaması kadar acıydı. Aynı zamanda mecburiyetlerin kurbanı olan bir sevginin doğurduğu pişmanlık...
İçim faili meçhul bir kundaklamanın eseri ateşlerle kavrulurken, kalbim kendi ateşimde kızdırılmış demirlerle dağlanıyordu. Ateşi yakan değilsem de büyümesine izin veren bendim, o kızgın demirleri içime ben almadıysam da göğsüme saplanmasını izleyen bendim. Şimdilerde acıya bağımlı bir umut tiryakisi olan ruhum da ateşime odun olacak şeylere teşvik ediyordu beni.
Sağlıklı düşünemediğim çok açıktı. En doğru olan, olabilecek en hızlı şekilde gerçekleri Ege'ye anlatmaktı. Ne kadar çabuk anlatırsam kabullenmesi için ona tanıyacağım zaman o kadar çabuk işlemeye başlardı. Fakat ben, kalıcı çözümlerdense muhtemel geçici ama hızlı yöntemlere başvuruyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ
RomanceHenüz 19 yaşındayken, kendisini pek tanımadığı halde çok hoşlandığı Ege'nin sarhoş olduğu bir gece onunla birlikte olup, hamile kalan Nihal, bebeğini Ege'den gizlice doğurmuş ve bu sorumluluğun altından kalkamayınca bebeğini Ege'nin kapısının önüne...