29. BÖLÜM- "Hayal Kırıklığı Mı?"

11.2K 522 80
                                    


🍁

(Medya: Malum takım, malum dans...)

🍂

Güz ve Ege uyandığında ben zaten uzun saatlerdir uyanıktım. Neredeyse bütün gece uyanıktım. Uykusuzluktan gözaltlarım morarmış, gözlerim kızarmış, kafam bulanmıştı. Yorgunluktan yere serilecek gibiydi git gide zayıflayan, güçsüzleşen bedenim ama yatağa serildiğimde tek yapabildiğim sağa sola dönmekti.

Güz, erken uyanmıştı, babasının aksine. Ege'nin uyanması neredeyse öğleni bulmuştu. Benim aksime o hala derin uykular çekebiliyordu. Bu benim için bile güzel bir haberdi çünkü gece boyu kızımı ve onu yan yana, mışıl mışıl uykularında izleme fırsatı bulmuştum. Görüp görebileceğim en etkileyici, en kusursuz manzara bu olmalıydı. Bir insan daha başka ne görmeyi hayal ederdi? İstanbul'un Boğazı, Paris'in Eyfel Kulesi ve Roma'nın Kolezyum'u, benim yatağımdaki manzaranın yanında halt etmişti. Aile, her insanın mutlaka görmesi gereken tek manzara, en kıymetli doğa harikasıydı.

Ben ikinci fincan ot çöp çayımı içerken kızım uyanıp yanıma gelmişti. Babası uyanana kadar yatabileceğini söylesem de yatmak istememişti. Uykucu bir çocuk değildi ve bu yönü de kesinlikle bana çekmişti. Bugün onun için sürprizlerimiz olduğundan bahsettim ona. Bir şeyler onu heyecanlandırmalı, enerjisini yükseltmeliydi.

Ege uyanana kadar Güz'e süt ısıtmış, kahvaltısını yaptırmıştım. O uyandığında yalnızca evden çıkmak kalmıştı geriye. İzin günümün ilk yarısını, onun uyanmasını bekleyerek geçirmek, güzel bir plandı benim için. Neyse ki o uyandığında işlerimizi halletmek için hala yarım günümüz vardı çünkü uyanmamış olsaydı, onu zorla uyandırmak yerine muhtemelen akşama kadar bekleyecektim.

Gözünü açar açmaz saati sormuştu. Yataktan kalkıp salona kadar yürümeyi başarmış olsa da hala uyku sersemiydi. Oldukça sersem ve sevilesi gözüküyordu, dağılmış saçları, uyumaktan şişmiş yüzü, üzerine dar gelen tişörtüm ve bacak boyundan oldukça kısa olan pijama altımla.

Saati öğrendiğinde kısa çaplı bir panik yaşasa da hızlıca hazırlanmıştı. Onu uyandırmadığım için huzurluydum çünkü çok uzun zamandır böyle bir uyku çekmediğini, Güz'ün daima erkenden uyandığını ve onunla ilgilenecek başka kimsesi olmadığını söyleyip bana teşekkür etmişti. Varlığımdan memnun oluşu, gözlerinde pırıltıydı. Hem dans pistlerinde, spot ışıkların altında, hem de karanlıkta görebildiğim bir pırıltı...

Biz evden çıkana kadar Güz sürekli olarak sürprizleri sormuş, çeşitli sevimli yüz ifadeleri ile babasını kandırıp ağzından laf almaya çalışmıştı. Oldukça zeki bir çocuktu ve bu zekâsını kullandığı alanlar Ege ile beni kahkahalara boğuyordu.

Onu keyifli görmek, başlıca bir gülümseme sebebiydi yüzümüzde çünkü son zamanlarda çoğunlukla ağrı çekiyor, halsiz, keyifsiz, neşesiz oluyordu. Çocukluğunu yitirmiş gibi bakıyordu. Onun yaşında bir çocuğu heyecanlandıracak çoğu şey onu heyecanlandırmıyor, akranlarının yapmak isteyeceği birçok şeyi yapmak istemiyor, bazı zamanlar evden dışarı çıkmak, yataktan kalkmak bile istemiyordu. Bu günlerde, bedenindeki zayıflığı anlayamıyor, yalnızca kendini keyifsiz, canı sıkkın hissediyor, depresif bir ruh haline bürünüyor, belli aralıklarla sebepsizce ağladığı oluyordu.

O ağlarken onu sakinleştirebilmek adına durumun üzerine gitmememizi, ona acıyarak yaklaşmamamız gerektiğini, onu önemsediğimizi hissettirirken fazlaca üstüne düşüp daha da ağlamasına sebep olmamamız gerektiğini söylemişti pedagog Pınar Hanım. Onun öğütleri doğrultusunda hareket etmeye çalışıp, Güz ağlarken karşısında sakin ve güçlü durmaya çalışmak, ona abartılacak bir problem olmadığını düşündürmeye çalışmak oldukça güçtü, aklımızın içi kızımızın meçhul akıbetinin, olumsuz ihtimalleri ile doluyken.

GÜZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin