(Bütün gece uyumadan, miyop gözümle bölüm yazdım. 🙄 👓 👩🏻💻Hem de sınırı geçmeden paylaştım. 💃🏻
Yorum yapmaktan çekinmezsiniz artık.)
Birkaç gün, her zamanki sıradanlığıyla geçti. Uyandım. Ege'nin evine gittim ve geri döndüm.
Vicdan azabı yüreğimi dağlamıyor değildi. Bu yalanları sürdürmenin yanlış olduğunu biliyordum. Ne kadar uzatırsam, ardından Ege'nin yaşayacağı öfke de o kadar büyük olacaktı ama zaten şimdiye kadar yaptıklarımın bile affı, geri dönüşü yoktu.
Şimdi tüm yalanlarımdan dönsem, itiraf etsem bile Ege, gerçekleri anlattığım için bana kıyak geçecek değildi. Çoktan yapmam gerekeni yaptığım için bana minnet duyup, ya da en azından acıyıp kızımı görmeme izin vermeyecekti. Ben eninde sonunda mahkeme salonlarında, adliye koridorlarında bulacaktım kendimi.
Kendi genç ruhumu ve benliğimi kaybettiğim bir yana, kızımın yıllarını da, kaybettiğim bebekliği gibi çocukluğunu da, belki de kaybettiğim ilk adımları gibi ilk karnelerini de... dava sonucu beklerken kaybedecektim. Hissettiğim şey tarifsiz bir ikilemde, yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal çıkmazıydı.
Gerçekleri anlatmam gerektiğini biliyordum ama bu içgüdü de, kilolu birinin zayıflaması gerektiğini bildiği halde yapamaması gibi bir şeydi. Tırnaklarını yiyen birinin, yapmaması gerektiğini bilirken, tırnak yemeye devam etmesi gibi bir şeydi. Sigara gibi bir şeydi. Bırakmam gerektiğini bilip bırakamamak...
Çünkü ardından gelecek, beni bekleyen sürecin daha zor olacağını biliyordum. Sigara beni zor yoldan öldürecekti. Nefes almaya hasret, soluk soluğa, kan ter içinde can verdirecekti bana muhtemelen ama bırakmayı denesem bu beni çok daha fazla zorlayacaktı. Beni öldürecek olan şeye duyduğum hasret gibi aptalca bir çekim yüzünden...
Yine de sigara beni hemen bugün öldürmeyecekti. Eninde sonunda, bugün ya da yarın, bu ay ya da bir sonraki... İlla ki canımı yakacaktı. Ya beni öldürürken, ya da ben onu bırakmaya çalışırken... Ve ben erteleyebilecek şansım varken, bu acıyı mümkün olan en ileri tarihe atıyordum.
Nasılsa bir gün gelecek ve ben ertelediğim acıyı çekip, hesabı ödeyecektim. O zamana kadar, kızımla geçirebileceğim tek günüm bile kıymetliydi. Onunla şansım varken yapabileceğim tek tatil, cehenneme yerleşmeden önce cennete kısa bir ziyaret gibiydi.
Her ne kadar kolayı seçip, zor olanı erteliyor gibi gözüksem de, seçeneklerimden kolay olanı bile benim için çok fazlaydı. Muhtemelen çoğu insanın da kaldıramayacağı ağır bir yükten farksızdı.
Kendi öz evladımın bana her gün 'abla' demesine dayanmak, her gün sanki bir an sonra onu sonsuza dek kaybedebilirmişim gibi bir endişeyle gözlerine bakmak, gözlerine bakarken onu bırakıp bebekliğinden kaybettiğim yılların pişmanlığını tekrar tekrar omuzlanmak...
Çıkarsızca, masumca, uzaktan sevdiğim; aşık olduğum, bu aşk uğruna adımı bile öğrenmeden ondan çocuk sahibi olduğum ve bunca sene uzaklığa rağmen unutmadığım; kendimden her şey parça parça eksilirken ona beslediğim duygularımın tüm tazeliğiyle, tastamam içimde yer ettiği adamın bir başkasıyla birlikte oluşunu, bir başka kadını öpüşünü, dokunuşunu; onun evlilik hazırlıklarını uzaktan bir yabancı gibi izlemek hiç de kolay değildi. Hem de hiç... Zaman zaman göğsüme oturan yumrularla nefesimi kesecek, ritmi bozuk kalbimi bir anlığına durduracak kadar...
Yine de bu iki günüm mükemmel geçecekti Öyle olmak zorundaydı ve zaten kızımla ve babasıyla beraber geçireceğim bir tatil, ne olursa olsun hafızamda çok güzel bir yer edinecekti. Deniz manzaralı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ
RomanceHenüz 19 yaşındayken, kendisini pek tanımadığı halde çok hoşlandığı Ege'nin sarhoş olduğu bir gece onunla birlikte olup, hamile kalan Nihal, bebeğini Ege'den gizlice doğurmuş ve bu sorumluluğun altından kalkamayınca bebeğini Ege'nin kapısının önüne...