fajita

1K 77 5
                                    

Emre önüne konulan geniş tabağa şaşkınca bakıp, "Bunu sen mi yaptın?" dedi tek kaşını kaldırarak. Bir kaç lokma yedikten sonra hayretle, "Yemek inanılmaz..." diye mırıldandı.

"Yalnız yaşıyorsan ya yakındaki lokantaları, ya da yemek yapmayı öğreneceksin. Ben şanslıyım, deden yemek yapmayı öğretmişti, bazı beceriler geliştirilebiliyor," dedi gülerek. Sonra duraksayarak, "Babam öldüğünde ne Yaman, ne de ben iki, üç gün yemem yiyememiştik."

"Annem öldüğünde ben de öyle olmuştum..." dedi bir lokma daha alarak, "Sonra babam bana zorla yemek yedirdi. Düşersem kalanlara yardımım olmazmış..."

"Bu yüzden babanın ölümüne kendini hazırladın..." dedi Çetin arkasına yaslanarak.

Emre başını sallayarak yemeğinden bir lokma daha alarak, "Şırnak'ta bir polis memurunun oğluyum, ölüm çok uzaktaki bir şey değil," dedikten sonra çatalıyla tabağı göstererek, "Amca bence bunu iş olarak yapmalısın..." dedi.

Dirseklerini masaya yaslamış, parmaklarını birbirine geçirmiş olan Çetin, gözlerini kısarak, "Bak bu olabilir..." diye mırıldandı.

Tek kaşını kaldıran Emre yanağına doldurduğu yemekle, "Ne?" dedi.

"Aşağıda boş bir dükkan var."

"Lokanta mı açacaksın?"

"Butik mutfak, diyelim."

"Buradakilere mi?"

"Neden Fajita sevmezler mi?"

"Bu şeyin adı bu mu? Severler bence..." dedi Emre esneyerek. Çetin gülümseyerek, "Hadi şampiyon yemeği bitir, sonra yatalım."

"Sen nerde yatacaksın?"

Çetin duvara yaslanmış alüminyum bir aleti gösterdi, katlanabilir bir merdivene benziyordu. Emre ona merakla bakarken Çetin onu açarak iki metre uzunluğunda altmış santim genişliğinde, daha çok sedyeye benzeyen bir yatak yaptığında Emre şaşkınca, "Bu da ne?" dedi.

"Açılabilir kampet, kampta çok işe yarar."

"Peki sen de neden bu var amca?"

"Arabada uyumak her zaman rahat olmuyor," dedi Çetin. Şirkette seni her zaman otellerin olduğu yerlere göndermiyor. Emre sadece kaşlarını kaldırarak başını salladı.

Emre yattıktan sonra sakince başına geldi yavaşça uzandı, hareketi şefkatli ve yumuşaktı, Emre'nin üzerini örtüp baş ucundaki çantasını aldı. Çantayı yemek masasına boşalttı, çantanın içinden üzerinde Türkiye'nin en iyi kolejinin amblemleri olan defterler ve kitaplar yayılırken bir torba düştü. Tek kaşını kaldıran Çetin torbayı göz hizasına kaldırıp önce içindeki pembe haplara, sonra da uyuyan Emre'ye baktı.

İç çeken Çetin saatini kontrol etti, ağrıyan boynunu rahatlatmak için başını iki yana yatırdı. Hiç bir zaman işiyle duygularını birbirine karıştırmazdı. Arabasından getirdiği plastik kutulardan birini açtı, içinden arazi çalışmaları için özel hazırlanmış olan su geçirmez, darbelere dayanıklı diz üstü bilgisayarını açtı. Kutudaki ufak, bir kol saati gövdesi boyutlarındaki siyah aleti çalıştırdı. Diz üsttü bilgisayarında bir program çalıştı ve uydu görüntüsü üzerinde, kendi adreslerinde bir ışık yanıp sönmeye başladı. Bu ufak kutuyu Emre'nin çantasına yerleştiren Çetin, çantayı aldığı yere bıraktı. Sonra Emre'nin telefonunu aldı, telefon son modeldi ve oldukça pahalıydı, telefona yakından baktı, hiç çizik yoktu. Telefonu açıp bilgilerini kontrol etti, bir kaç ay önce alınmıştı. Çetin telefonu parmakları arasında çevirip, bilgisayara bağladı. Telefonu kopyalayarak, ona da bir izleme programı yerleştirdi. Çalıştığından emin olup, telefonu da aldığı yere bıraktı. Yeğeni nereye giderse gitsin Çetin onu izleyecek ve dinleyecekti. Bu konuda özel hayata saygı gibi bir etik anlayışı yoktu, özellikle çantasında bulduğu uyarıcı haplardan sonra hiç yoktu... Her şeyi hallettiğinden emin olduğunda, saatini kontrol edip sokak kapısına mutfaktan aldığı boş bir bira şişesini yerleştirdi. Elbette bunun içinde son teknoloji uyarı sistemleri vardı ama henüz bunlar için çok erkendi.

"Bence çok geç kaldık abi," dedi Şefik. Vücut geliştirme konusunda ünlenmiş Şefik'in lakabı Jiletti. Lise de derste telefonla maç izlerken onu uyaran bir matematik öğretmenini jiletle kesince bu ismi almıştı. Kafası çok hızlı çalışmazdı, şiddete düşkündü ve gücü severdi. Niko olmasaydı şimdiye kadar ya öldürülmüş, ya da içeri düşmüştü ama Niko onun dizginlerini iyi ve sıkı tutuyordu, tıpkı bir Pittbull'u kontrol eder gibi.

Jilet kalın sesiyle, "Nasıl halledeceğiz ağabey?" dediğinde Niko elindeki su bardağını kafasına dikti, bardağın dibinde iki parmak yıllanmış viski vardı ve onu tek seferde yutarak, "Bir tinerci bulun. Şu diğer sokakta yaşayan piç olur mesela..."

Niko'nun dükkânın arkasındaki ufak depoda oturmuşlardı, yanlarındaki LCD televizyon açıktı ama sesi kapalıydı. Televizyonun ışığında aydınlanmış yüzleri endişeliydi. Dükkanın içinde, havada asılı kalmış olan sigara dumanın içinde kaybolmuş gibi duran bedenler muğlak görünüyordu. Lakabı çekiç olan Tuncay, "Peki o solucanı geberttik, nasıl iş onun üzerine kalacak?" dedi. Tuncay kavgalara çekiçle katıldığı için bu lakabı almıştı, Şefik kadar aptal ve ondan güçsüzdü ama oldukça sinsiydi. Niko başını sallayarak onlara elle tutulur bir plan vermezse, işlerin nasıl sarpa saracağını fark ederek bardağına yeniden viski doldurup, "Önce tinerciyi yakalayın. Dövmeyin, vurmayın. Sonra üst sokaktaki parka onu asın..."

"Asmak derken?" dedi Deli Kemal. Uzun boylu, ince adam devamlı kambur durur, saçlarını her zaman kazıtırdı, ensesinde en sevdiği oyundaki gibi bir barkod dövmesi vardı. Esrar gibi kötü bir alışkanlığı olmasaydı Niko ona güvenebilirdi.

Niko omzunu silkerek, "Ayaklarının altına meyve sandığı koyun, intihar etmiş gibi görünsün. Cebine de polisi ben öldürdüm, para istedim vermedi, kafam çok iyiydi, şimdi çok pişmanım, Allah belamı versin..." yazılı bir kağıt koyun.

Kemal, "E abi silah?" dediğinde Niko viskisini yeniden kafasına dikip, "Silahı deniz attım, yazarsınız amına koyayım, her şeyi de ben mi söyleyeyim..." dedi.

BORDO BERELİ SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin