düzenleyici

884 81 0
                                    

Savcının gelişiyle cinayet mahallinden ayrılan Esra'nın telefonu çaldığında neredeyse ara sokaklardan, ana yola girmek üzereydi, telefonunu açarak, "Efendim baba?" dedi.

Mustafa Kaya sert bir ifadeyle, "Seni misafirhaneye göndermemin sebebi boğaz manzarasını seyretmen değildi," dedi. Emniyet Müdürü bağırmıyordu ama bağırmasına da gerek yoku, Esra bu ses tonunu gayet iyi tanıyordu.

"Yapma... Olay Yeri İncelemeden beni aradılar," dedi Esra.

"İşleri güçleri yok muymuş?" dedi tersçe Mustafa.

"Levent Baş Komiser oradaydı, sanırım benim bu işe bulaşıp bulaşmadığımı bilmek istedi," dedi Esra lafı dolandırmadan, aptala yatmanın da bir anlamı yoktu. Babasından hiç bir şeyi gizleyemezdi, tek yapabileceği şey dürüst oynamaktı, en azından şimdilik.

Müdürün sesi biraz yumuşamış gibiydi, "Levent'se normaldir, o yüzden onu oraya atamıştım. Birinci sınıf baş belasıdır."

"Garip bir kadro oluşturuyorsun baba," dedi Esra kaşlarını kaldırarak, arabasını Emniyet Müdürlüğüne doğru yönlendirirken. Bir saat sonra Sinan için bir tören yapılacaktı, ortağı olarak Esra'nın da orada olması gerekiyordu, en azından Sinan'la vedalaşması gerekiyordu.

Emniyet Müdürü homurdanırcasına, "Bu şehri adam etmek için tüm kurtlara ihtiyacım var. Sen de başını derde sokma..." deyip telefonu kapattı. Esra kaşlarını kaldırıp, "Tabii artık nasıl bir derde sokabilirim ki zaten," diye mırıldandı. Muhtemelen cenazeden sonra silahını ve kimliğini soruşturmalar bitinceye kadar teslim etmesi gerekecekti.

Esra'nın arabası yoğun trafikte yavaşladığında, iki araba gerisinden onu izleyen BMW içindeki adam telefonunun arama tuşuna bastı. Ön paneldeki telefonun aramasını cevaplandıran kalın sesli adam, "İstanbul'a geldin mi?" dedi. Güneş gözlüklü, kısa, kır saçlı ve takım elbiseli adam, "Evet, efendim," derken patronunun zaten bunu bildiğini biliyordu. O her şeyi bilmeyi severdi.

"Sadece kız kaldı efendim, halletmemi ister misiniz?" dedi takım elbiseli adam. Arabasını ellerine tam oturan deri eldivenlerle kullanıyordu.

"Emniyet Müdürünün kızı mı?" dedi patronu sakince.

"Evet," dedi takım elbiseli adam. Sesi duygudan, yorumdan ve tepkilerden çok uzaktı, sanki bir ruhu yok gibiydi.

Patronu biraz düşünüp, "Emniyet ile bir savaş başlatmaya gerek yok, bize yaklaşmadıkları sürece dokunmayın. Alkolik polis ne oldu?" dediğinde takım elbiseli adam. "Tetikçiler öldürdüklerine yemin ediyorlardı," dedi sadece. Buraya polisleri öldüren tetikçileri öldürdükten sonra gelmişti. Polisler bir kaç güne kadar onları bulurdu, silahları olaylarla eşleşecek, sahte bir kaç delille Görev Gücünün daha önce yaptıkları bir baskının intikamı gibi görünecekti. Takım elbiseli adamın asıl uzmanlığı buydu, kimsenin şüphelenmeyeceği şekilde işleri düzenlemek.

"Emin misin?" dedi patronu ona.

Takım elbiseli adam onu bu kahrolası trafikten çıkaracak bir yol ayrımına girerken, "İşi en başında bana verseydiniz emin olurdum," dedi. Artık Esra'yı takip etmesine de gerek kalmamıştı.

Patronu umursamaz bir tavırla, "Sana İspanya'da ihtiyacımız vardı," dediğinde iç çeken takım elbiseli adam, "Elbette, haklısınız. Benden istediğiniz başka bir şey var mı?" dedi.

"Dizüstünü bulmuşlar mı?" dedi patronu.

"Murat ve ekibi bilgisayarcının bilgisayarlarını almış. Dizüstü bilgisayarındaki dosyala oraya kopyalanmış ama polis şifresini kıramamış. Ancak dizüstü yok."

"Onu bulamazlarsa kellelerini bahçeme asarım," dedi patron sertçe.

"Elbette efendim," dedi takım elbiseli adam. Bu işe karışmak istemiyordu. Suikast timi zaten işi ellerine yüzlerine bulaştırmıştı. Bir de kayıp bilgisayar tam diş ağrısı gibi olacaktı.

"Şu Baş Komiser," dedi eğlenir bir ifadeyle patronu.

"Yaman Gökçetin mi?"

"Evet o, onu öldüreni de bul ve temizle. Bizim iznimiz olmadan öyle ahmakça işlerin nasıl cezalandırıldığını herkesin anlamasını sağla," dedi patron kararlı bir şekilde. Telefonu kapattığında takım elbiseli adam kaşlarını çatmıştı. Patronun garip bir iş kavramı vardı. Ona göre suç bir imparatorluk, ya da bir krallık gibiydi. Düzgün ve sert yönetilirken suçluların arasında bile adalet olmalıydı. Haksızlıklar çatışmalara, çatışmalar gereksiz huzursuzluklara, gereksiz huzursuzluklarsa para kaybına neden olurdu. Ve patron para kaybetmekten nefret ederdi.

BORDO BERELİ SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin