Kelebekler gibi...

132 38 53
                                    

Küçükken peri filmlerinde "Her şey dursun!" dedikleri an hayat duruyordu. İnsanlar, arabalar, hayvanlar, sesler, olaylar... Durmasını istediğimiz veya istemediğimiz her şey, herkes duruyordu. Tam da o noktadayım. Her şeyin durmasını istediğim andayım. Ellerimi iki yana açıp "Her şey dursun!" diyerek bağırmak istiyorum. Fakat böyle bir şey olmayacağını çok iyi biliyordum.

Küçükken anne ve babam her kavga ettiklerinde, her seferinde olacak diye ümit edip bağırıyordum. Olmuyordu. Kavgaları durmuyordu. Artık küçük değildim ve bunun sadece filmlerde hayal ürününden ibaret olduğunu biliyordum. Furkan'a ulaşamadığım an her şeyin durmasını, onu bulup kurtarmayı çok istemiştim. Furkan'ı o halde gördükten sonra kendime söz vermiştim. Bir şeyi bir kere deneyecektim. Olmuyorsa asla zorlamayacaktım.

İnsan her gün farklı şeyler öğreniyor. Bir gün veya bir hafta içinde, bir yılda yaşayacağımız tüm olayları yaşayabiliyoruz. Hayat, işte bu kadar garip. Çok garip. Biriyle tanışıyorsun, hiç bilmediğin şekilde kendini bir oyunda buluyorsun, ağlıyorsun, yıkılıyorsun, dimdik ayağa kalkıyorsun, oyun savaşa dönüyor ve savaşı sen başlatıyorsun. Söylemiştim size hayat çok garip...

Koşuyorum, çok hızlı koşuyorum. Sanki hayatımı belirleyecek koşu yarışı içindeyim. Kimden kaçıyordum veya neden koşuyordum? Bunların cevabını bilmiyordum. Durmak istiyorum. Durmam için düşmem gerek. Düşersem kaybederim korkusuyla, sorularımın cevabını alamayacağım korkusuyla düşmemeye çalışıyordum. Arkadan sesler geliyor. Gittikçe sesler yakınlaşıyor. Arkama doğru kafamı hafiften çevirdiğimde onları gördüm.

Karşımızda olacak, bizimle savaşacak olan adamları. Önüme döndüm. Daha da hızlanmıştım. Sorularımın cevabını finale ulaştığım zaman alacağım sanmıştım. Yanılmışım. Bu bir yarış değil. Buna kaçmak deniyor. Peki neden kaçıyorum?

Savaşın içinde "kaçan kovalanır" olmazdı. Savaşta korkaklar geri çekilir kaçardı. Bu savaşta kaçan neden benim? Hiç bilmediğim bir sokağa girdim. Kendimi tebrik etmek istiyordum. Çıkmaz sokağa girdim. Çıkışım yok. Ne yani duvara mı tırmanacağım? Evet düşmeden durmuştum. Arkamı döndüğümde kafama silahın ucunun bastırıldığını fark ettim. Ölüm ile yine çok yakınız. Hep böyle olsun ya yoksa özlüyorum şu korkuyu. Kendi kendime saçmalıyordum. Alışmış olmalısınız diye düşünüyorum şu saçmalamalarıma. Şimdi ne olacaktı? Savaşı başlatan ben ölecek miydim?

"Oyunun sonuna... Ah pardon küçük hanım! Sizin başlattığınız savaşın sonuna geldik." Bu adam iyice canımı sıkıyordu.

"Siz son veremezsiniz bu savaşa!" Bağırarak
konuşuyordum. Hadi bakalım kızım ne ile tehdit edecektin? Diğer adamın arkasından bir ses geldi. Kaba ve çirkin bir ses. Yüzünü göremiyordum ama bana yaklaştığının farkındaydım. Elinde bir silah vardı. İyice yaklaştı. Burnumun dibine girdi resmen. O yaklaştıkça kafamı geriye doğru çekiyordum.   

"Doğru söylüyorsun. Bunlar son veremez. Ben son veririm. Güle güle!" ve son bir ses.

Ardından kafamın içine yavaş yavaş ilerleyen bir kurşun parçası. Acı hissetmiyordum. Yere düştüğümü hatırlıyorum. Alnımda yavaş yavaş süzülen kanlar hissediyorum. Göz kapaklarım yorgun gibi ağır ağır kapanıyordu. Hızla atan kalbimin sesinin kesildiğinin farkındayım. Ölümü hızlı olacak sanıyordum. Neden bu kadar yavaş? Sıktılar, savaşı kaybettim ve ölüyorum. Çabucak bitsin işte. Bir ses duyuyorum. Bu annemin sesi. Kayboluyorum gittikçe. Ne oluyor?

Etrafı süzüyordum. Odamdaydım, kan ter içinde kalmışım ve oturur şekilde yatağımın içindeydim. Annem baş ucumda bana doğru eğilmiş ve bir bardak su uzatıyor.

"Al kızım iç şu suyu! Kabus gördün herhalde. Korkma sadece kötü bir rüya. Geçti." Çok hızlı nefes alıp veriyordum. Annemin uzattığı bardağı elime aldım ve bir yudum alıp anneme geri verdim. Ölmemiştim. Sadece bir rüyaydı. Kabus desek daha doğru olur. Adım adım ölümü hissettim. Anneme hiçbir şey demedim. Hala şoktaydım.

DİPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin