Hayattan zevk alma yaşlarımdaydım. Hayatın tadını doyasıya çıkarma zamanlarımdaydım; fakat öyle bir boşluğun içine düştüm ki, içinde çaresizlik ve zor anların olduğu bir yerdi burası. Buradan çıkıp hayatın güzel zamanlarını yaşamak, görmek ve tatmak için her şeyimi verebilirdim. Kendime söz veriyorum; atlatacağım bunları.
Ali'yi apar topar içeriye aldık. Yürüyecek halde değilken buraya nasıl gelmişti? Suratı darmadağın, kan içinde kalmıştı. Bakamıyordum bile. Patlatılmış kaşından ve dudaklarından akan kanlar içimi daha çok parçaladı. Bunu kim yaptı diye sormayacaktım. Kimin yaptığı apaçık ortada. Bu böyle sürecekti; fakat biz her defasında yaralarımızı saracaktık.
Mutfaktaki ilk yardım çantasını alıp, Ali'nin yanına oturdum. Bir parça pamuğun üstüne tentürdiyot dökerek kaşını temizlemeye başladım. Her sürdüğümde canının acıdığını saklamaya çalışıyordu. Gözlerini açamaz bir haldeydi. Ona soru sorarak yormak istemiyordum. Yüzünü temizleyerek üstünde ki çamurlu kıyafetlerini çıkarmasını söyledim. Ona babamın kıyafetlerinden getirdim. Giyinmesi için odadan çıktık.
Kıyafetlerini banyoya götürürken bir anda paltosu elimden düştü. Kaldırdığımda siyah katlanmış bir kağıdın ayaklarımın önüne düştüğünü gördüm. Evet, yine aynı çekilen nefes, yine aynı kalp çarpıntısı ve donmuş gözler. Alışmış gibi anlatsam da bu duruma alışmadan çıkmak istiyordum.
Önüme düşen kağıtla uzun bir süre bakıştıktan sonra eğilip, yerden aldım. Elimde ki eşyaları kenara koyup merdivenlerin üstüne oturdum. Kağıdı bir çırpıda açtım. İlk defa titremiyordum.
Kağıdın içine beyaz kalemle yazılmış bir adres vardı. Bu bizim ailecek gittiğimiz ormanın adresiydi. Oturduğum yerden kalkıp hızla mutfağa gittim. Hiçbir şey söylemeden kağıdı Furkan'a uzattım. Yüzümde ki şaşkınlık, uzaktan nasıl görünüyor şu an fark edebiliyordum. Furkan yüzüme bakarak kağıdı açtı. Usulca kafasını eğip elinde tuttuğu kağıda gözlerini dikti. Dikti... Ve öylece kaldı. Gözleri kağıda dikili, ağzında ki lokmayı yutmamış bir şekilde... O lokmalar boğazına dizilmiş gibi kafasını kaldırıp bana baktı ve yutkundu. Kafasını iki yana "Ne oluyor?" dercesine salladı.
"Bu ormanı hatırladın mı? Biz gittiğimizde sende babamdan gizlice gelirdin. Hatta bir keresinde bir ağacın altına en sevdiğimiz taşı saklamıştık. Ali'nin paltosundan düştü. Ali'yi kim bu hale getirdiyse onlar koymuş olmalı. Bir şeyler planlamış olmalılar." Gözlerinde ne bir oynama ne de bir farklı bakış vardı. Dümdüz bakıyordu. Sanki tüm algıları kapanmıştı.
"Furkan, görmüyor musun? Bize bir mesaj gönderildi. Bu ormana gitmemiz lazım! Yalnızca ikimiz gideceğiz. Ali'yi bu durumdayken daha fazla yoramayız."
"Hıhı..."
"Hıhı mı? Furkan kendine gel! Bana odaklan!" Omuzlarını tutarak silkeledim. Ne oluyordu bu çocuğa? Dağılmıştı. Ali zaten darma duman. Deniz... her neyse. Bir not var ve tüm yük üstüme kaldı. Korkuyor muydum? Tabii ki de hayır!
Furkan'ı uzun uğraşlar sonunda kendine getirebildim; fakat hiç konuşmuyordu. Üzerime bir şeyler aldım ve çıktım. Furkan arabanın içinde beni bekliyordu. Hızlı bir şekilde arabaya bindim. 1-2 saat sonra ormana yetiştik. Her hafta sonu kalabalıktan geçilmeyen yeri, koyu bir sessizlik ele almıştı adeta. Hiç kimse yoktu. Yağmur yağdığından olsa gerek.
Yarım saat bekledik. Ne bir gelen vardı ne de başka bir şey.
"Sıla çok sıkıldım, artık gitsek mi? Bak hiçbir şey yok!" Cevap vermek istemedim. Çünkü bekleyecektim.
Ağaçların arasına bakınırken gözüme takılan bir şey tüm dikkatimi oraya yönlendirdi. Bir kıpırdanma fark ettim. Ayağa kalkıp biraz daha yaklaştım. Furkan da arabaya doğru ilerliyordu. Durdurmadım. Devam ediyordum yavaş bir şekilde. O da ne? Bu gördüğüm gerçek olamazdı. Gözlerimi o kadar büyüterek açtım ki dışarı çıkacaktı resmen. Bu... bu Deniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİP
Teen FictionBu zaferle dibe çöküşün hikayesidir. Orası sevinçlerini, üzüntülerini, aşklarını, yorgunluklarını, anılarını ve acılarını sakladıkları yer. Hadi sizde Sıla'nın başına gelenlere ortak olun. Keyifli okumalar!