(29)

193K 10.6K 3.9K
                                    


"Sana söylemeyi unuttum. Dün sen uyurken annen aradı, ben açtım."

"Vurulduğumu söylemeseydin," dedim anında. Eğer öğrenirse beni alır, kolumdan tuttuğu gibi de doğru Trabzon'a götürürdü.

"Yok, söylemedim, haftaya buraya gelecekmiş, onu haber vermek için aramış."

"Ne?" diye yerimden kalkmak için ansızın doğrulduğumda, dikiş yerlerim sanki daha yeni ameliyattan çıkmışım gibi, hayır, sanki daha yeni vurulmuşum gibi bir acıyla sızladı. Derin derin nefesler alarak yavaşça geri yattım.

"Nereden çıkmış? Kaç yıldır o kadar dedim, bir kez bile gelmedi, şimdi niye geliyormuş? Söyledi mi bir şey?"

"Hayır, söylemedi ama bana senin biriyle sevgili olup olmadığını sordu. En son konuşmanızda ağzından bir şey kaçırmışsın galiba."

En son konuşmamızı hatırlamaya çalıştım; vurulmadan bir gün önceydi. Her zamanki konuşmalarımızdandı: "Ne yapıyorsun, nasılsın; paran var mı, benim var, senin var mı?.." Sonra yaptığım gaf... Artık rutinleşen "Hayatında biri var mı?" sorusuna, "Yok, hiç yok," diye hızlı bir cevap vermiştim. Annemin uzun süren sessizliğinin ardından kahkahası... Normalde bu soruya, her soruluşunda "Var, hangi birini söyleyeyim?" cevabını verirdim.

Normalden farklı davranmıştım ve annem İstanbul'a gelecek kadar işkillenmişti.

"Sen ne dedin?"

"'Ben bilmiyorum, bilsem söylerdim,' benzeri şeyler söyledim. 'Tamam kızım, Beril beni bir arasın,' dedi ve kapadı."

"Umarım beni Trabzon'a götürmek için gelmiyordur," diye mırıldandım dalgın bir sesle. Çünkü annemle her telefon konuşmamızda aramızda geçen bir konuydu bu. "Ne zaman geliyorsun, kalıcı gel. Okulun bitti zaten, boş işlerle uğraşıyorsun, benim canım sıkılıyor burada..." Eğer yaptığımız şakalardan para elde etmeseydik annem İstanbul'da kalmama asla izin vermezdi.

Doktorun gelmesiyle birlikte üzerimdeki çarşafı düzelttim. Orta yaşlardaki doktor beni hâlâ yatarken görünce kaşlarını çatarak "Bugün yürüdünüz mü, Beril Hanım?" diye sordu.

Sabah Engin'e yürümüştüm, o sayılıyor mu?

"Biraz," diye üstünkörü cevap verdiğimde Bahar "Hiç de bile," dedi anında. Doktor, başını olumsuz anlamda iki yana sallarken ben, üzgün bir yüz ifadesi takındım. Hareket ettiğimde bile canım yandığı hâlde nasıl yürüyebilirdim?

"Yavaş yavaş yürümeye başlayın artık. Bugün yarın taburcu edileceksiniz, daha bir adım bile atmadınız."

"Ama gülerken bile canım acıyor."

"Olacak o kadar, zor bir ameliyattan çıktınız."

Başımı salladım, doktor birkaç şey daha söyledi ama kullandığı tıbbi terimlerden dolayı hiçbir şey anlamadım. Bahar da anlamamış olmalı ki "Yani?" diyerek açıklama yapmasını istemişti, doktorsa başka bir terim kullanarak, yine anlayamadığımız bir cevap verdi. Bu sefer anlamadığımızı hiç çaktırmadık.

Günler benim mızmızlanmalarımla geçip gitti, her gün bir öncekinden daha iyi hissediyordum fakat psikolojik olarak, yeni doğum yapan kadınlar gibi elim karnımda duruyordu. Gerekli olmadığı takdirde tüm hareketlerimi sınırlandırmıştım; yürümüyor, iş yapmıyor, tuvalete gitmeden önce bile iki kez düşünüyordum ve tüm gün yatakta durmaktan, film izlemekten sıkıldığım için durmadan Engin'i arıyordum. Bazen açmıyor bazen açıyordu ama çoğunlukla açıyordu. İşi olduğu için uzun uzun konuşamıyorduk ama onunla iki dakika konuşmak bile bana yetiyordu.

Polis Şakaya Gelmez Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin