~10~

708 58 23
                                    

Dağınık evde oturuyorduk. Ortaya koyu bir sohbet vardı. Aslında ben ve Mark konuşmuyorduk. Johnny bizim yerimize de konuşuyordu. Güzel çocuğun yanında gördüğüm kişi ise durmadan Johnny'e cevap veriyordu.

"Ben Chittaphon ama kısaca Ten diyorlar."

" Seo Johnny Youngho ama kısaca Johnny diyebilirsin."

Ortada komik bir şey olmasa dahi Ten Johnny'nin dediği şeye kahkahalarla gülüyordu.

"Ben seni havaalanında da görmüştüm."

" Evet arkadaşımız Sicheng ve Chenle'yu almak için gelmiştik."

"Ah anladım."

Kapı çaldığında Mark ile ben hızla kapıya koşmuştuk. Adını Donghyuck diye hatırladığım çocuk Mark'a bakıyordu. Mark ise gerildiği için rahat takılamıyordu. Kapıyı açtığımızda önümüzde bir kaç kişi daha vardı.

"Selam. Biz taşınmak için geldik ama belli ki misafirleriniz var."

Kapıyı açtığımızda gülümseyen çocuk içeridekileri görünce gülümsemesini yüzünden sildi. Bu ona sert bir görünüm kazandırmıştı.

"Aşkım!"

İçeriden biri seslenince kapıdaki çocuklardan biri cevap verdi.

"Sicheng!"

Çocuk tüm dişlerini göstererek gülüyordu.

"Yüksek müsaadenizle içeri giriyorum."

Bana bakıp söyledikten sonra bizim aramızdan geçip içeri girdi. Diğer çocuklar da içeri girince Mark kolumu tuttu.

"Hyung içerisi çok kalabalık!"

"Benimki yok."

Üzüntüyle konuşup balkona yürümeye başladım. Bir sandalyeye oturup içeri bakmaya başladım. Balkondan salon gayet net görülüyordu.

"Jeno~"

"Benden uzak dur Na Jaemin!"

"Şey selam."

Donghyuck Mark'la konuşmaya başlayınca güldüm. Mark'ın şuan aşırı gerildiğini sokağın başından bile anlayabilirdim. Sicheng ve aşkı cilveleşirken Johnny Ten'e kolundaki kasları gösteriyordu.

"Hey Jisung! Hala seni öpmemden korkuyor musun?"

"Kes sesini yunus!"

Çocuk kötü adam gibi yunus sesiyle güldüğünde neden çocuğun ona "yunus!"
diye hitap ettiğini anlamış oldum. Bütin herkes kendi halindeydi. Yavaşça mutfağa ilerlediğimde Johnny de peşimden geldi.
Önümdeki tezgaha yaslanıp bana baktı.

"Chittaphon aşırı tatlı. Düşürdüm çocuğu."

Bana göz kırpıp güldüğünde direk cevapladım.

"Sen düşmedin sanki? Çocuğa yürüdüğün kadar bana koşsaydın evliydik şuan."

Kahkahalarla gülmeye başladığında karnına hafif bir yumruk atıp başımı omzuna yasladım.

"Çok sıkıldım."

Bir eliyle sırtımı sıvazlamaya başladı.

"Biraz dışarı çıkıp gez. Kaybolma ama!"

Kafamı sallayıp mutfaktan çıktım. Kapıda bize bakan Ten'i gördüğümde onun da bakışları bana döndü. Johnny'nin de duyabileceği şekilde bana anlamaz ve hafif sinirli bir şekilde sorusunu sordu.

"Siz sevgili misiniz?"

"Hayır."

" Ah meleğim. Ben onların bezli hallerini gördüm. Ölsem onlarla sevgili olamam."

Kolunu Ten'in omzuna atıp içeri götürdüğünde odama gidip hızla üzerimi değiştirdim. Fotoğraf makinemi elime alıp içindeki kağıtlarımı kontrol ettim. Telefonu elime aldığımda şarjının bittiğini gördüm. Telefonumu bırakıp içeri gittim ve Mark'ın yanına ilerledim. Kulağına eğilip Donghyuck'un bakışları altından kulağına fısıldadım.

"Telefonumun şarjı bitmiş. Gezmeye gideceğim."

Beni anlayıp cebinden telefonunu çıkarıp bana uzattığında boynuna sarılıp yanağını öptüm. Telefonu alıp dışarı çıktım. Hızla sokağın öbür tarafına koşarken çocuğun bahçede hamakta uyuduğunu ve yanında bir kadının sandalyede oturup bilgisayarla uğraştığını gördüm. Kadın bardağa baktı, eline aldı ve içeri ilerledi. Hızla kadının gittiği yere koştum. Çocuğa yaklaştığımda yavaşladım ve sessiz olmaya özen göstererek fotoğraf makinemi ayarladım. Hızlı olmalıydım çünkü başıma bela almak istemiyordum.

(Tabi ki yanında şezlong ve şemsiye yok değil mi? 😁)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(Tabi ki yanında şezlong ve şemsiye yok değil mi? 😁)

Arkasındaki ağaçlar çok güzel bir uyum sağladığında hızla uzaklaştım. Şimdi biraz daha gezip eve gidecek ve fotoğrafla aşk yaşayacaktım.

Benim İçin Bak! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin