13

2.8K 208 24
                                    

13 ; the melancholy of autumn

Before You Exit, The Butterfly Effect.

Etrafa bütünüyle baktım. Kara bulutlar şehrin her yanına yükseliyor, akşamın ışıkları ağır birer sisle örtülüyordu. Ağırlaşan gözlerimi hayretle açtım önümdeki kaldırım taşlarına; hepsi yağmur tarafından ıslanmıştı ve aynı yağmur beni de ıslatıyordu. Arkamı dönmeden önce yüzümün halini düşündüm. Bu halde kendime bile bakamazken bir yabancıya nasıl dönecektim, aklım almadı.

Kızarmış ve oldukça acıyan gözlerimi biraz nefes almaları için sımsıkı yumdum. Tenime düşen yağmur damlalarının verdiği his birden üzerimden çekilmişti. İlk bakışta anlayamamış, sonra arkamda dikilen silüetin üzerime şemsiye tuttuğunu fark etmiştim.

Nemli saçlarım yandan gelen hafif rüzgarla uçuşurken nihayetinde döndüm. Muhtemelen morluk dolu göz altlarım, savaştan çıkma halimle ona bakıyordum ve yine yağmurdan ıslanmıştım.

"İyi misin?"

Bana endişe dolu gözlerle bir süre baktı. Benim aksime oldukça özenli giyinmiş, çok daha dinç görünüyordu. Ağzımı açacak halim olmadığından belli belirsiz kafa salladım sorusuna.

"Çok ıslanmışsın. Arabaya binmek ister misin?" diyerek ardını gösterdi, sokakta park edilmiş tek arabanın ona ait olduğunu anladım. Buraya kadar arabasıyla gelmişti. Ve onca yolu kimse 'gel' demeden kat etmişti. Şehre uzak bir mezarlıktaydık. Burası bir tepeydi ve benim gibi birinin gelmek için dolmuştan başka bir seçeneği yoktu. Böyle bile yorucuydu ama o kendi başına kalkıp gelmişti. Zihnimi başka şeyler düşünmemesi adına susturdum.

"Yok istemiyorum sağol." diyip çok kısa gülümsedim. Gitmek istiyor, bu karşılaşma hiç olmamış gibi kaçmayı diliyordum fakat bir şeyden sebep burada olduğu belliydi:

"Sen neden gelmiştin?"

"Şey.." Elini trençkotunun cebine daldırıp bir şey aradıktan sonra, üç beş tohum paketini avcumun arasına bıraktı. Dokunuşundan tuhaf bir şekilde ürperdim; sanki onun sıcaklığı benim soğuk bedenimle hiç uyuşmuyordu.

"Bunları geçen gün yanımda unutmuşsun. O günden sonra seni çok aradım ama bulamadım. Telefon numaran yoktu, ben de Adelin'e sordum. O da burada olabileceğini söyledi. Yolum da buradan geçiyor diye gelmek istedim."

Bütün bu gerginliğimin sebebi bu küçük, karanfil tohumu paketi için miydi diye düşünsem bile bir şey demedim. Daha basitinden, bu anın hiç yaşanmamasını dilerdim.

"Teşekkür ederim. Zahmet ettirdim sana da."

"Sorun değil, ama gerçekten çok ıslanmışsın. Hasta olmayacak mısın? İstersen seni eve bırakabilirim."

Aceleyle kafamı iki yana salladım. Zira gözünün önünden daha fazla kaçıp gitmezsem utançtan kavrulacakmışım gibiydi, tüm yüzümü bu soğuk havaya rağmen ateş basmıştı. "Sağol, zaten seni buraya kadar yormuşum fazlasına gerek yok."

Gülümsedim ve çekilmesini, üzerime tuttuğu şemsiyesini de kendine çekmesini bekledim. Fakat hiç de kıpırdayacak gibi değildi, gözleri merakla ıslanan saçlarımı ve yüzümü turluyordu hâlâ. Dudaklarında bile bir şey söylemek için bir kıpırtı belirmedi. Tuhaf kaçana kadar orada öylece durduk. O arada istemsiz karşımdakini süzdüm; siyah kabanı omuzlarına oturmuş, koyu renk atkı da üzerine çok yakışmıştı. Saçları kuru ve özenliydi ama şemsiyeyi benim üzerime tuttuğu için hafif ıslanmıştı ve ıslanmaya devam ediyordu.

"Şemsiyeyi kendi üzerine tut, ıslanıyorsun." dedim kendime hakim olamayarak.

"Sen kendi hâlini görmüyorsun sanırım."

Hazır cevabına şaşırsam da belli etmeden omuz silktim ve düşen kapüşonumu geri kafama geçirdim.

"Ben ıslanmayı seviyorum."

Bir şey demedi. Aramızdaki tuhaf, bir türlü akmayan samimiyeti çözemedim. Ağlamaktan helak olmuş yüzümü bir an anımsayıp kafamı saklamak ister gibi kaldırıma eğdim. Leon'un ise o süre zarfında sessiz kalıp daha sonra ağzındaki baklayı çıkarması uzun sürmedi:

"Yanımda geleceğini düşünmüştüm ama istemiyorsun anlaşılan. O zaman burada konuşacağım."

Acıyan gözlerimi merakla ona çevirdim. "Neyi konuşacaksın?"

"Sana yaptığım teklifi soracaktım. Düşünmen için yeterince zaman geçti sanıyorum."

Yutkundum ve buna asla hazırlıklı olmadığımdan ne diyececeğimi de bilemedim. Aslında buna cevabım en başından beri olumsuzdu, ama ona hayır demek beni fazlasıyla mahcup hissettireceğinden ve ele geçer bir bahanem de olmadığından, mesele bu denli uzamıştı.

"Ben.." Bakışlarımı ondan kaçırıp yine yere diktim. Kaldırımı ıslatan yağmur yeniden hareketlenmeye başlamış, akşam vakti tüm koyuluğuyla şehri boyuyordu. Tepemizdeki birkaç sokak lambasının biz burada dururken yandığını göz ucuyla yakaladım. Susmak için fazla zamanım yoktu, bu utancı da daha fazla üzerimde taşıyamazdım.

"Üzgünüm, ama kabul edebileceğimi sanmıyorum. Benim için zor bir şey kusura bakma."

Bir şey söylemek için dudaklarını aralasa da bana ve kuru cevabıma bakıp sustu. Bu benim yapabileceğim bir şey değildi, sebebini de ona açıklayamazdım.

Siyah sweatinin kapüşonu artık tamamen ıslanmıştı, tenindeki hafif ıslaklığı da görebiliyordum. Başta düzgün duran saçları hafif dağılmış, fakat yumuşak görünümlerini yitirmemişti. İnsanda dokunma isteği uyandırıyordu ki o an gözlerimi saçlarından çekip bana bakan kahverengilere çevirdim. Üzgün bakışlarına karşılık ne yapacağımı bilemezken dudakları yine bir şey söyleyecek gibi aralandı ve sonra hemen geri kapandı. Teklifini kabul edemediğim için üzülüyordum; bir insanı geri çevirmekten hep nefret etmiştim.

Üzerime tutmaya devam ettiği şemsiyeyi hafifçe ona ittim, o da buna izin verdi ve üzerine bolca yağan yağmurun kesilmesini sağladım. Kendimi o an her şeyin aksine daha da kötü hissediyordum. Elimi şemsiyeden çekerken bakışlarımı gözlerine son bir kez daha çıkaramadan adımlarımı kavradım. Yağan yağmurun altında onu orada bırakırken kendim bedenimi zor taşıyarak ilerledim.

Ancak benden başka ilerleyen bir şeyler daha vardı; içimde onca birikmiş olan o kötücül hisler. Tanımıyormuş, görmüyormuş gibi davransam da o an üzerime yağmaya devam eden yağmur bile biliyordu bunu; ardımda beliren bu hisler artık hiçbir zaman peşimi bırakmayacak olan o kırgın argın, üşümüş hislerdi.

Ölüyoruz Rosaura.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin