11 ; our eyes met.
ぬ
Akeboshi, Sky in the pond.
Üzerimdeki yorgunlukla derin bir nefes aldım, ardımdaki ağır kapıyı kapatırken. İkindi vaktinin sessizliği ve koridorun bomboş oluşu o an yeni bir uyanma yaratmıştı bende. Adım seslerim her köşeyi dolduruyordu da, bir ben duymuyordum. Kaç saattir tek bir sandalyenin üzerinde ders çalışmaya dalmıştım, dışarıdaki yağmur ne zamandan beri yağıyordu, Adelin beni kaç kere aramıştı, bunların hepsinden bihaberdim. O an açıkça bir kahveye, bir de temiz havaya ihtiyacım vardı. Tesirini iyice çoğaltan uykusuzluk bugün maalesef her yerimdeydi.
Kafeteryanın nihayet sakin oluşuna şükran duyarak rahat rahat acı bir kahve aldım kendime. Beklerken şehrin manzarasına ve yağmurun nasıl da pencereleri süsleyişine gözüm ilişse de çıkıp gittim oradan. Dışarıya yürüdüm, esen rüzgarın serinliğinde ve yağan yağmurun sesinde dinlenmeye çabaladım; kahveyi ağzıma aldığım gibi dudaklarım yanmıştı, umursamadım. Adelin'in biriken aramaları ve mesajlarını da çok merak ettiğini bildiğim halde kaydırdım. Yürümeye ve arka bahçenin dar patikasında ilerlemeye koyuldum, ağaçlar üzerimi örtse de yağan yağmura tamamen engel değildi. Bu yüzden ince ceketimin her ıslanışında bir yeniden ürperdim.
Aklımı çelecek yeni bir çizim almayalı herhalde bir hafta oluyordu. Adelin'in saçmalıkları eşliğinde açtığım konu, bir şekilde yeniden gün yüzüne çıksa da artık pek konuşmamıştık. Leon'un Lotte'ye gelip beni uyandırmasından sonra çizimleri de iyice incelemiş; ne yazık ki 'lise yıllarından biri olabilir' şüphesinden başka bir ipucu bulamamıştım. Leon hakkında bir an için düşündüklerim ise o gün bugündür hala utanç veriyordu. Üstelik bir de bundan Adelin'e bahsetmiştim, tam bir aptallıktı yaptığım. Her önüme gelene şüphe ile bakmamalıydım.
Kahvenin acı tadı boğazımı kesince duraksayıp önümdeki çöp kutusuna attım. Kafein bağımlılığını durdurmak konusunda yaptığım şeyler, artık her kahve içişimde kötü hissettirir olduğundan bitiremeden atıyordum hepsini. Yemekten fazla kahve içiyor olmak insana tam bir zarardı; halbuki bir uyusam, daha doğrusu uyuyabilsem, her şeyi düzeltebileceğime olan inancım o kadar fazlaydı ki..
Kampüsün arka bahçesinin aslında ne kadar geniş olduğunu yürüdükçe bitmeyen yoldan anlıyordum. Öyleki epey bir zaman sonra bile karşılaşabildiğim tek yer eski, küçük bir kapatılmış salon oldu. Ülkenin en büyük, en köklü okullarından birinde okuduğumu ben de biliyordum elbette, lakin buraya bir kez olsun yolum düşmediğinden daha önce görmediğim bu binayı hayretle süzdüm. Buradaki ağaçlar daha sık, özenilmiş bahçe bitkileri daha bir yeşildi. Yürüdüğüm dar ve taşlarla döşenmiş izlenti buraya gelince genişliyor, pencereleri dahil her köşesi beyaza boyanmış ahşap, tek katlı yapı da neredeyse bir ev görünümü katıyordu. Çekilmiş perdelerin izin verebildiği kadar içeriye baktım. Siyah renk seyirci koltuklarını ve sahnenin bir ucunu görmesem, kendimi kesinlikle bir ingiliz evinde sanacaktım.
İçeriye geçip geçemeyeceğimi merak edip ön tarafa kadar dolandım, ıslak merdiven basamaklarını tırmandım ve girişin nerede olduğunu teyit etmeye çalıştım. Kapıyı bulduğum ve hiç düşünmeden açmak için yaklaştığım sıradaysa, duyduğum bir ses bende ani bir duraksama yarattı. İçerideki birinin hafifçe söylemeye başladığı o şarkıyı, rengi mavi sesini duydum.
Sky in the pond, Akeboshi.
Bir süre durup dinlediğimde zihnim beni hiç affetmeden ta en geçmişe, yıllar öncesinin o sıcak, özlem dolu birkaç hissine kadar götürmüştü. Pek kolay tarif edilemez, yine öyle derinden ama uzun zamandır unutulmuş birkaç his.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüyoruz Rosaura.
RomansaRosaura'nın fazlasıyla sıradan hayatı, bir gün kapısına bırakılan bir çizimle sekteye uğramaya başlar. [ 1619pm ] ©020319 ©211221[recompose]