19

2.2K 179 55
                                    

19 ; did you forget everything
i'll always remember?

Pencereden dışarı baktığımda havada mor bir ahenk görülüyordu. Başı eğik sokak lambası galiba sönmüştü. Oda gece boyu olduğundan çok daha karanlık bir yer gibi geldi, gözlerimi açmama rağmen hiçbir şey göremedim. Camları titreten bir rüzgar esiyordu, uğultusu incecik bir rüzgar. Bir süre durup dinledikten sonra anca kıpırdamaya yeltendim. Fakat ensemden aşağı inen keskin ürperti beni durdurdu. Parmaklarıma dolanan sıcak elleri fark ettim. Birbirine sıkıca dolanmış, düşmesin diye sımsıkı tutunmuş sıcak eller. Ayırmak istesem de yapamadım. Sanki kenetlenmişti.

Başta ne olduğunu anlayamadığım için gelen tedirginlik, sonra omzumda uyuyakalan onu hatırlayınca kayboldu. O bana yaslandığı gibi ben de ona yaslanmış, öylece uyuyakalmıştık anlaşılan. Sabahın yelkovanı kaçı gösteriyordu bilmiyorum, lakin yakın zamanda uyanmayacağı kesindi. En azından öyle inanıyordum. Ama başımı ondan çekince düzenli solukları birden kesildi. Aşağı düşmüş yüzünü kaldırıp bana bakmaya çalıştı. Başı halen omzumdaydı.

"Sen misin?"

"Benim." dedim ne diyeceğimi bilmeden. Benim yerime kimi anımsadığını, ya da kim sanmış olabileceğini sezemezdim. Yüzü tekrar öne düştü, eli elimi daha bir sardı ve uzun bir müddet yeniden sustu.

Biz böyleyken belki bir yarım saat geçip gitti. Ne bir daha geri uyuyabildim ne de onu uyandırabildim. Saati bilmek için uzandığım her köşede başka bir şey vardı, gerçi saatin kaç olduğunu bilmek neyime yarayacaktı onu da bilmiyorum. Bir süre bekledim. Omzumda bir ağırlık, tanımadığım birinin solukları ile baş başa, soğuk bir odanın karanlık duvarlarını saydım. Onun varlığı aslında hiç de rahatsız edici değildi, hatta ısınmıştım ve yerimden kıpırdamak istemiyordum. Beni boğan şey, daha çok henüz geçirmemiş olduğum hastalığın tesiriydi. Gözlerim yanıyordu, uykumu alamamıştım ve başımda zehir gibi bir ağrı vardı. Bu halde sabahın olmasını beklemek hiç de akıl kârı değildi.

Çok düşündüm ve en sonunda kalkmaya karar verdim. o sırada henüz fark ettiğim yavru kedi, benim kıpırdamamla birden huzursuzlandı ve yatağın altına kaçtı. Kedinin çıkardığı ses yüzünden aksi gibi onu da bir anlık uyandırmış oldum. O vakit odanın içi biraz daha aydınlanmıştı da yüzünü görebiliyordum. Ağzının içinden belli belirsiz 'ne oldu' dedi.

"Bir şey olmadı. Seni uyandırdım sadece. Geri yat istersen. Benim yüzümden hiç uyuyamadın."

Kafasını sağa sola sallayıp kaşlarını çattıktan sonra başı arkaya, soğuk duvara düştü ve gözleri yeniden kapandı. Acele edip ayaklandım ve hemen çıkmak için davrandım. Dün akşamdan beri içimdeki hastalık ve ağrıyla kirlenen odaya bakmak, havasını çekmek, artık o kadar katlanılmaz gelmişti ki en acilinden kendimi dışarı atmak istiyordum. Hem Adelin şu saatte hala işte olmalıydı, konuşmak için fırsatı olurdu belki de biraz laflardık. Montumu, hırkamı, atkımı, kısaca her ne varsa giyindikten sonra yatağın içinde kaybolmuş telefonumu buldum. Son bir kez fotoğraf makinemi de alarak odada onu yalnız bıraktım. Koridordaki sensörlü ışık ben çıkınca yeniden yandı. Sarı değil, beyazdı. Sırtıma dolanan ürpertiyle, hızla terkettim o koridoru. Merdivenine kadar ahşap binanın adımımı attığım her köşede gıcırdaması insanı ürkütüyordu. İçerideki boğulmuşluğu değil dışarıdaki ferahlığı istiyordum. Dün batan güneşin rengiyle dans eden tarlaların sabah güneşinde nasıl durduğunu yeniden bilmek istiyordum. Aydınlık olmayan her şeyden kaçmak istiyordum bir nevi.

Dışarı çıkınca istasyona şöyle bir baktım, sonra en uzaktaki bir banka gidip oturdum. Zemin ıslak, bank da nemliydi. Güneş ısıtmak için henüz dağların ardındaydı, kulaklarıma dolanan esinti buz gibi, etrafta da kimsecikler yoktu belki ama; havanın pembe tonları içimi öyle açtı ki başka hiçbir şeye dikkat kesilemedim.

Ölüyoruz Rosaura.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin