16

2.5K 202 84
                                    

16 ; but, the question is:
why do people always leave?

Leondu bu.

O sabahın dar vakti onu o halde görmek neyin tesadüfü oluyordu tanrı bilirdi. Çünkü her zamankinden öte, ilk kez böylesi dağınık görmüştüm onu. Bir şeyler onu dağıtmıştı belli ki. Bedenini saran kolları, öne düşmüş başıyla o kadar yalnız görünüyordu ki üşüdüm. 'Bu saatte burada oturacak kadar ne derdi olabilir' diye düşünmeden edemedim. Elim çantamdaki atkıya gitti. Boğazımdaki gıcık yine yükselmeye başlamıştı. Bakışlarımı öksürmemek için yukarı, ağaç dallarının kapladığı gökyüzüne diktim. Yutkunuşlarım kursağımdan zehir gibi geçiyordu. Baktığım ağaç yaprakları bulanıklaştı.

Çocukluğumun bahar mevsimlerinde hep çiçek açan bu ağaçlar, o sabah kupkuruydu. Önlerindeki sert mevsimin geçmesini, yeniden baharı bulmayı bekliyorlardı. Yaşayan her insan gibi.

Yüzünü olduğum mesafeden görebiliyordum. Ancak onun beni görmesi zordu. Etrafta tek bir sokak lambası vardı, o da yalnızca onu aydınlatıyordu. Yanına gidip gitmemek arasında kaldım bir süre. Gitsem ne diyecektim, görmezden gelsem acaba hangi soru zihnime ok gibi saplanıp çıkmayacaktı? Aklımdaki tüm karmaşayı ona açmak istiyordum. Evet; onu hiçbir zaman tanımamıştım, ama cevap bulabileceğim tek kişi oymuş gibi geliyordu. En azından benim bilmediğim bir şeyler biliyordu o.

Huzursuzca ona doğru yol aldım. Dudaklarımı atkımın içine gömmüştüm. Zira soğuk ve açlık sadece dudaklarımı değil neredeyse bütün yüzümü kupkuru bırakmıştı. Havada bariz bir ayaz vardı, gökyüzü açıktı. Eğer şehrin ışıklarından uzaksanız, bu sabah tüm yıldızlar görülebilirdi.

Çökmüş sırtı, rüzgarda dağılan saçları giderek daha seçilir olduğunda iyice gerilmiştim. Ben seslenmeden onun beni duymasını temenni ediyordum fakat; kulağındaki kulaklığı fark ettim. Öyle ki birkaç adım kala durduğumda müziğin sesi duyuluyordu. Az evvel öksürürsem beni fark eder diye boşuna kendimi sıkmıştım bir de.

Ne yapacağından kararsız, öylece dikildim orada. Neydi beni böyle geri iten? Bilmiyordum. Arkasında onu bekleyen bir silüetten haberi yoktu. Olacak gibi de değildi. Ben de son bir deli cesareti, uzanıp omzuna dokundum.

Dokunuşumu fark edip beni görünceye dek sakindi. Bir anda belirerek korkutmuştum onu. Aceleyle kulaklığını çıkardı ve oturduğu yerden kalktı. 'Senin ne işin var burada' gibisinden bir şeyler diyecek oldu fakat kısık çıkan sesi konuşmasına izin vermemişti. Gülümseyip yanındaki salıncağa yerleştim. Bu rahat tavrımın aksine aslında tüm vücudum geriliyordu.

"Seni korkuttuysam özür dilerim."

"Sorun değil." dedi, bakışları yüzümü turluyordu. Uykusuzluğumu, yorgunluğun üzerime yapışmasını inceliyordu belki de. En son böylesi berbat göründüğüme emin olduğumda, onunla mezarlıktaydık. O zaman ardıma bile bakmadan ondan kaçmayı istemiştim. Şimdi ise ne hikmettir ki gelip bizzat karşısında dikilebiliyordum. Umurumda değildi. Çünkü bunun umurumda olmasından çok zihnimi kemiren, bugün ve belki de diğer geceler beni uyutmayacak olan tonla soru vardı. Yanıtlarını sabırsızca bekleyen, ardı arkası bitmez sorular.

"Burada ne aradığımı merak ediyorsun, biliyorum." diye usulca lafa girdim. Zaman dardı. Zaman şuan burada olmak için bile çok geçti.

Ölüyoruz Rosaura.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin