En sevdiğim karakterlerin Endgame'de ölme dakikalarını izlemeden yb atayım bari, depresyona çok yakınız, hissediyorum.
Steve, geri kalan her şeyin aksine mutfak aletlerindeki minimum değişimlere şükrederek geçirmişti son birkaç dakikasını.
Kahve makinesi çözülmesi zor bir alet sayılmazdı, bunun da altından kolaylıkla kalktığını düşünüyordu. Nihayetinde elinde güzel kokan bir filtre kahve vardı, içilebilir sayılırdı.
Tava veya ocağın da çok değişme ihtimali yoktu tabi. Steve yeni dünyasında en çok mutfağı sevmiş olabilirdi bu yüzden.
Kızarttığı baconları, hazırladığı kahvaltı tabaklarındaki yumurtaların üstüne koyarken üst kattan gelen gürültüler artmıştı. Steve'in tahminine göre Peter okula gidecek olmalıydı, kahvaltıyı vaktinde yetiştirdiğine mutluydu bu yüzden.
Bucky ve Peter iki haylaz çocuk gibi tepişerek merdivenleri indiklerinde Steve, kendine, Bucky'e ve Tony'e kahve koyuyordu. Peter'ın portakal suyu içmesi gerektiğine karar kılmıştı kendi kafasında.
Peter mutfağa mısır gevreğini önce kapma ihtimalinin verdiği gururla daldığında, Steve'i görünce aniden durmuş ve Bucky'i de afallatmıştı. İkisi de uzaylı görmüş gibi birbirlerine bakıştıklarında Steve etrafına bakıp bir şeyi yakıp yakmadığını kontrol etmek zorunda kalmıştı.
"Bu şey de nesi?" Peter oyuncu bir şekilde titreyen parmağını masaya doğrulttuğunda Bucky,
"Bilmiyorum, sanırım kahvaltı diyorlar" diyerek ona eşlik etmiş ve abartılı bir şekilde gözlerini büyütmüştü.
Peter, birbirlerine attıkları kahkahanın ardından masaya geçti ve Bucky tezgaha dayanmış Steve'e süt tozunu uzattı. "O kadar sert içemezsin, bu evde o kadar sert içebilme becerisi sadece Büyük Stark'a bahşedildi"
"Büyük Stark nere-" Steve söylemek üzere olduğu şeyle gözlerini devirdi, Bucky bilinçaltına giriyordu ve bunun farkında bir şekilde şu anda kendisine bıyıkaltından gülüyordu. Steve kendini hızlıca düzeltti. "Tony uyanmadı mı?"
"Tony uyudu mu?" diye düzeltti onu Bucky, ve peşinden çalan kapıyı açmak için yanlarından ayrılması gerekti.
Peter tabağındaki pancakee şurubunu dökerken Steve'le göz göze gelmişti, aralarında hala küçük bir çekimserlik vardı ancak bunun doğal olduğunun farkındaydı Steve. "Baban genelde uyumaz mı?"
"Bazen uyuyor... Bayılıyor da olabilir tabi"
"Baban bayılıyor Pete" Natasha ceketini koltuğa attıktan sonra Bucky'le mutfağa ilerleyip laflarına ortak olmuştu. Peter'ın yanaklarını sıkıp gözlerini askere hızlıca çevirdi.
"Seni o kadar uzun süredir bu evde görüyorum ki ayakta ve sağlıklı olman beni şaşırtmadı bile, her neyse. Natasha Romanoff" elini sarışın adama uzattığında Steve onu bekletmeden karşılık vermişti.
"Steve Rogers"
"Ben de Bucky Barnes, aç olan" Bucky Peter'ın yanındaki tabağa konarken Steve çekinmeden fazla yaptığı kahvaltıdan bir tabağı da genç kadına hazırlayıp masaya bıraktı.
"Teşekkürler, Steve" Natasha Peter'ın karşısına geçmişti.
"Nat, bugün işin yok mu?" Peter hayranlıkla ona bakarak sormuştu. Genç kadın nadiren meşgul olmuyordu.
Steve ise Peter'ın ona adıyla hitap etmesini birkaç saniyeliğine yadırgamıştı ancak hala farklı bir zamanda olduğunu sindiremeyen beynini, bunun olabileceğine zorladı. Kendi zamanında kendinden büyüklere asla adıyla hitap edemezdi. Saçma bulduğu bir şeydi zaten bu aşırı saygılı hitap meselesi. Hemen ayak uydurabileceğini düşündü sarışın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Time On Earth | Stony & Spideypool Au
FanfictionTony 15 yaşındayken babası tarafından tanıştırılan bu askeri sevmişti. Steve'in öldüğünü duyduğunda ona olan sevgisinin eksilmediğini fark ediyordu. Yıllar sonra onu tekrar karşısında gördüğündeyse sevgisinin hiç değişmediğini fark etti.