VII. Beş Yıl Sonra

1K 29 2
                                    

II. KISIM: ALTIN İP

Temple Bar'ın yanındaki Tellson Bankası 1780 yılında bile eski moda duruyordu. Çok küçük, karanlık ve kullanışsızdı. Eski moda bir yerdi, gelgelelim kurumun ortakları sahip oldukları değerlerin etkisiyle buranın küçüklüğünden, karanlığından, çirkinliğinden ve kullanışsızlığından gurur duyarlardı. Hatta bu özelliklerin bankanın itibarını artırdığını düşünerek böbürlenir, böyle uygunsuz koşullar olmasa oranın da bu kadar saygın olmayacağı düşüncesini taşırlardı. Bu pasif bir düşünce değil, daha uygun alana sahip iş yerlerine yönelttikleri aktif bir silahtı. Dediklerine göre, Tellson'un ne daha büyük bir alana, ne ışığa, ne de gösterişe ihtiyacı vardı. Noakes ve Ortakları Şirketi'nin ya da Snooks Kardeşler Şirketi'nin vardı belki; ama çok şükür Tellson'un böyle bir şeye ihtiyacı yoktu!



Bankanın ortaklarından birinin oğlu, Tellson'u yeniden inşa etmeyi önerecek olsa babası onu mirastan yoksun bırakırdı. Bankanın bu açıdan ülkenin halinden farkı yoktu; bunca yıldır uygunsuz olsa da saygınlığını koruyan kanun ve gelenekleri baştan düzenlemeyi öneren oğullarını mirastan yoksun bırakıyordu o da.


Böylece Tellson, kullanışsızlığın muzaffer kusursuzluğu olarak bilinir oldu. Menteşesinden çıkan cılız bir gıcırtı eşliğinde, aptalca size inat eden kapıyı hızla açtıktan sonra düşercesine iki basamak inip Tellson'dan içeri girer ve kendinizi sefil bir küçük dükkânda bulurdunuz, iki küçük vezne vardı burada ve insanların en yaşlısı sanki rüzgâr hışırdatmış gibi çekinizi sallardı elinde, sonra da olabilecek en kirli pencerelerin, sürekli Fleet Caddesi'nden sıçrayan çamurlara maruz kalan, dahası bizzat kendi demir çubukları ve Temple Bar'ın ağır gölgesiyle iyice kirlenen pencerelerin önünde imzanızı incelerdi. Eğer işiniz üst düzey birilerini görmeyi gerektiriyorsa arka tarafa, hükümlülerinkine benzer bir bölüme alınırdınız ve o mühim kişi iki eli cebinde yanınıza gelinceye kadar boşa harcanmış hayatınızı düşünürdünüz ve o geldiğinde bu kişiyi o kasvetli alacakaranlıkta zor seçerdiniz. Paranız, açılıp kapandıkça parçaların burnunuza oradan da boğazınıza kaçtığı kurtlu ve eski ahşap çekmecelere girip çıkardı. Kâğıt paralar, sanki hızla paçavraya dönüşüyormuş gibi küf kokardı. Altın ve gümüşler, lağım çukurunun hemen yanında istiflenir ve bu pis birliktelik iki güne kalmadan bütün parlaklığını götürürdü bunların. Senetlere gelince mutfak ve bulaşıkhaneden bozma odalarda dururdu ve parşömen kâğıdındaki bütün yağlar bankanın havasına karışırdı. İçinde aile belgelerinizin olduğu daha önemsiz kutular yukarı kata, büyük bir yemek masası barındıran, ama üzerinde hiç yemek yenmemiş olan bir odaya giderdi, bunların içlerinde eski sevgilinizin ya da küçük çocuklarınızın size yazdığı ilk mektuplar olurdu ve bunlar çoğunlukla Temple Bar'ın pencerelerinde, Habeşistan ve Ashantee'de uygulanan o duygusuz gaddarlık ve vahşeti anımsatırcasına beliren kafalar tarafından gözetlenmenin dehşetinden 1780 yılında bile daha yeni kurtulmuş olurdu.


Aslında o zamanlarda, ölüm cezası pek çok iş yeri ve kurum için olduğu kadar Tellson için de oldukça revaçta bir çözümdü. Ölüm her konuda Doğanın çaresiyken neden kanunlar için olmasındı? Böylece kalpazan Ölüm cezası aldı; sahte para basan Ölüm cezası aldı; yetkisi olmadan mektup açan Ölüm cezası aldı; kırk şilin çalan hırsız Ölüm cezası aldı; Tellson Bankası'nın önünden at kaçıran da, üçkâğıtçı da, öyle ya da böyle, bir şekilde Suç'a bulaşan herkes Ölüm cezası aldı. Suçları engellemiyordu aslında bu uygulama –hatta tam tersi bir etki yarattığını vurgulamakta yarar var– ama tek tek her bir olaydaki sorunu temizliyor, geriye ilgilenilecek bir mesele bırakmıyordu. Nitekim Tellson da, o zaman, dönemin diğer büyük şirketleri gibi pek çok can almıştı, öyle ki eğer kelleler çöpe atılacağına, Temple Bar'a dizi dizi sıralanmadan önce aşağıda tutulsalardı, zemin kata vuran o azıcık ışığı da önemli ölçüde kesmiş olurlardı.


İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin