XXXI. Gizli

274 13 1
                                    

III. KISIM: FIRTINANIN ROTASI


1792 sonbaharında, İngiltere'den Fransa'ya gitmek üzere yola çıkan yolcu ağır ağır ilerledi yolunda. Bahtsız Fransa Kralı bütün ihtişamıyla tahtında oturuyor olsaydı bile bütün o kötü yollar, kötü donanım ve kötü atlar yüzünden varacağı yere gecikecekti, ama değişen zamanlar bunların dışında başka engeller de barındırıyordu içinde. Her bir köy girişinde ve vergi dairesinin önünde bir grup vatansever, ellerinde ateşlemeye hazır tüfekler, gelen geçeni durdurup çapraz sorguya tutuyor, belgelerini inceliyor, kendi listelerinden isimlerine bakıyor, yaklaşan "Cumhuriyet ve Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ya da Ölüm" adına o anda en doğrusu neyse ya da neyi uygun görüyorlarsa, onları ya geri gönderiyorlar, ya yollarına devam ettiriyorlar ya da durdurup tutukluyorlardı.

Charles Darnay, Fransa topraklarına vardıktan çok kısa bir süre sonra, Paris'te iyi bir vatandaş olarak ilan edilene kadar bu yollardan geri dönüşünün mümkün olmadığını anladı. Başına ne gelirse gelsin yolun sonuna kadar gitmeliydi. Hiçbir köy onu geri çevirmemiş, yoluna hiçbir set çekilmemişti daha, ama kendisiyle İngiltere arasında uzanan sımsıkı sürgülü demir bir kapı varmış gibi geliyordu ona. Öyle büyük bir tedirginlik içindeydi ki, bir ağın içine düşürülmüş olsa ya da gideceği yere bir kafes içinde götürülüyor olsa, gene de özgürlüğünün bu kadar elinden alındığı hissine kapılamazdı.

Bu büyük tedirginlik onu yolda günde yirmi defa durdurmakla kalmıyor, onu bir de yirmi defa yolundan geciktiriyordu, bazen arkasından bir atlı gelip onu yolundan döndürüyor; bazen önünde giderken birden işkillenerek onu durduruyor; bazen de yanında giderek gözünü üzerinden ayırmıyordu. Paris'e hâlâ çok uzak olan, yolunun üzerindeki küçük bir kasabada, bitap düşmüş bir halde kendini yatağa attığında Fransa'daki yalnız yolculuğunun üzerinden günler geçmişti.

Abbaye Hapishanesi'ndeki kederli Gabelle'in mektubundan başka hiçbir şey onu buralara kadar getiremezdi. Bu küçük yerdeki karakolda onu o kadar sıkıştırmışlardı ki, yolculuğunun burada son bulacağı hissine kapılmıştı. Bu yüzden gecenin bir yarısı birilerinin kaldığı küçük hana gelip kendisini uyandırmasına hiç şaşırmadı.

Darnay ürkek bir görevli ile yatağın üzerinde oturan ve ağızlarında pipoları, başlarında kaba kırmızı kasketleri olan silahlı üç vatandaş tarafından uyandırılmıştı.

"Mülteci!" dedi görevli, "seni bir refakatçi eşliğinde Paris'e göndereceğim."

"Yurttaş, ben zaten Paris'e gitmekten başka bir şey istemiyorum, ama refakatçiye gerek yok."

"Dur bakalım!" diye homurdandı kırmızı kasketli, tüfeğinin ucuyla yatak örtüsünü vurarak. "Sakin ol aristokrat!"

"Vatansever arkadaşın dediği gibi," dedi ürkek görevli, "sen bir aristokratsın ve yanına refakatçi şart parasını da sen vereceksin."

"Başka şansım yok galiba," dedi Charles Darnay.

"Şans mı!"Şuna bakın hele!" diye haykırdı aynı çatık kaşlı kırmızı kasketli görevli. "Adamı lamba direğine asılmaktan koruyoruz, ettiği lafa bakın!"

"Vatansever arkadaşın söylediği gibi," dedi görevli. "Kalk da giyin bakalım mülteci."

Darnay söylenenleri yerine getirdi ve kaba kırmızı kasketli diğer vatanseverlerin pipo tüttürüp içki içtiği ve işaret ateşinin yanında uyudukları askerî karakola geri götürüldü. Burada refakatçilerine yüklüce bir para ödedikten sonra sabahın üçünde beraberce ıslak sokaklarda yola koyuldular.

Kırmızı kasketli, rozetli iki refakatçi, atlarının üstünde, ellerinde tüfekleri ve süvari kılıçlarıyla Darnay'in iki yanında ilerlediler. Refakat edilen, ne kadar kendi atını kendisi idare etse de dizginlerine bir ip bağlanmıştı ve yurttaşlardan biri de bunun diğer ucunu kendi bileğine dolamıştı. Bu halde, yüzlerine vuran sert yağmur eşliğinde ilerlediler; engebeli kaldırımlarda ağır aksak, çamura bata çıka yol aldılar. Bu halde, atları ve hızları haricinde hiçbir şeyi değiştirmeden, başkente uzanan çamurlu yollarda zikzaklar çizdiler.

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin