XVI. İki Söz

367 14 2
                                    

Aradan on iki ay kadar bir süre geçmişti ve Mr. Charles Darnay, Fransız Edebiyatı konusunda uzman bir Fransızca öğretmeni olarak İngiltere'ye yerleşmişti. Bu çağda olsa Profesör olurdu; o çağda ise özel hocaydı. Dünyanın dört bir yanında konuşulan canlı bir dili öğrenmeye vakti ve ilgisi olan genç beylerle çalışıyordu ve bu konudaki bilgi ve beğeniler için zevkler geliştirmişti. Aynca, güzel yazılar yazıp bunları güzel bir şekilde İngilizceye çevirebiliyordu. O zamanlar bu işin uzmanlarını bulmak hiç de kolay değildi; eskinin Prensleri ve geleceğin Kralları bile Öğretmen sınıfına dâhil değildi ve hiçbir zavallı soylu Tellson'un defterlerinden aşçı ya da marangoz olmak için çıkmamıştı. Genç Mr. Darnay, becerileriyle öğrencilerine hem keyifli zaman geçirten hem de faydalı şeyler öğreten bir öğretmen, çevirilere de kelime bilgisinin ötesinde pek çok şey katan titiz bir çevirmen olarak kısa sürede isim yapıp ilgi gördü. Ülkenin içinde bulunduğu şartlardan dolayı ve giderek büyüyen ilgi sayesinde birçok kişi tarafından tanındı. Böylece, büyük azmi ve bitmek bilmeyen çabalarıyla refaha ulaşmış oldu.

Önceden, Londra'da ne alün kaldırımlarda yürümeyi ne de gül yapraklarıyla kaplı yataklarda yatmayı ummuştu; gözü bu kadar yükseklerde olsaydı bu kadar başarılı olamazdı zaten. Bir iş yapmak istemişti ve bunu bulmuş, yapmış, hatta bu işi yapanların içinde en iyisi olmuştu. Esas zenginlik buydu.

Zamanının belirli bir bölümünü Cambridge'de geçiriyordu ve burada, öğrencileriyle çalışmalarında, gümrükten Yunan ve Latin dillerini geçirmek yerine, Avrupa dillerinin kaçak ticaretini yapan ve bundan dolayı hoşgörülen bir tür kaçakçı gibiydi. Zamanının geri kalan kısmını ise Londra'da geçiriyordu.

Dünya üzerindeki erkekler, cennette hep yaz mevsiminin yaşandığı günlerden, günümüzün günahkâr diyarlarındaki kış günlerine kadar daima aynı yolda –Charles Darnay'in yolunda– bir kadının aşkına uzanan yolda ilerlemişlerdir.

Hayatının tehlikede olduğu o saatten beri Lucie Manette'i seviyordu. Kendisi için kazılmış olan mezarın kıyısında onunla karşılaşana dek, Lucie'nin sesi kadar tatlı ve hoş bir ses duymamış, onun yüzü kadar sevecen ve güzel bir yüze rastlamamıştı Charles. Ama bu konuda daha hiçbir şey söylememişti ona; kabaran suların ve upuzun tozlu yolların çok ötesindeki o ıssız –bir hayalin içindeki sise dönmüş olan– o taş şatoda işlenen cinayetin üzerinden bir yıl geçmiş ama Charles Darnay hislerini ortaya koyacak tek kelime söylememişti Lucie Manette'e.

Belli sebepleri vardı bunun, kendisi de gayet iyi biliyordu. Gene bir yaz günü, Londra'da, geç vakitte okuldaki işinden dönüşte, düşüncelerini Doktor Manette'e açma fırsatı yakalarım ümidiyle Soho'daki sessiz köşeye döndü. Bir yaz akşamıydı ve Lucie'nin Miss Pross'la dışarı çıktığını biliyordu.

Doktor'u bir pencerenin önündeki koltukta kitap okurken buldu. Acı dolu eski günlerinde ona destek olan ve bu acıların keskinliğini artıran gücünü yavaş yavaş kazanıyordu tekrar. Düzgün kararlar alabilen, bunları uygulayacak azme ve güce sahip son derece enerjik bir adamdı artık. Yeniden elde ettiği diğer becerilerinde ilk başta yaşadığı zorluklar gibi, geri gelen bu enerjinin de dengesini ve düzenini bozduğu oluyordu bazen ama öyle fazla rahatsız edici bir durum değildi bu ve sıklığı da her geçen gün azalıyordu.

Çok çalışıyor, az uyuyor, onca yorgunluğun üstesinden kolayca geliyor ve tüm bunlardan büyük mutluluk duyuyordu. Şimdi Charles Darnay'in odaya girdiğini görünce okuduğu kitabı bir kenara bırakarak elini uzattı.

"Charles Darnay! Sizi gördüğüme sevindim. Üç-dört gündür gelmenizi bekliyorduk. Dün Mr. Stryver ve Sydney Carton buradaydı, ikisi de daha önce geleceğinizi düşünmüş."

"İlgilendikleri için minnettarım," diye cevap verdi, biraz soğuk bir tavırla ama bu soğukluk Doktor'a değil, onlaraydı. "Miss Manette..."

"İyi," dedi Doktor kısaca; "gelişiniz hepimizi sevindirecek. Evle ilgili bir takım işler yüzünden dışarı çıkmıştı, az sonra gelir ama."

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin