XIII. Monsenyör Şehirde

584 21 4
                                    

Sarayın en güçlü lordlarından biri olan Monsenyör her on beş günde bir düzenlediği resepsiyonlardan birini Paris'teki büyük otelinde veriyordu. Monsenyör, mabetlerin mabedi, bunlara sahip olmayan diğer odalardaki tapınan kalabalık için kutsalların en kutsalı olan özel odasındaydı. Monsenyör sıcak çikolatasını içmek üzereydi. Bir dolu şeyi mideye kolayca indirebilirdi ve bazı aksi tiplere bakılırsa Fransa'yı da hızlıca yutmaktaydı ama Monsenyör'ün sabah çikolatası aşçının ve yanındaki dört güçlü adamın yardımı olmaksızın boğazından zor geçerdi.

Doğru. Monsenyör'ün bu güzel çikolatayı ağzına götürebilmesi için, bizzat onun soylu ve nezih moda anlayışını yansıtan muhteşem nişanları ışıl ışıl parlayan dört adamla, cebinde en az iki altın saati olmadan nefes alamayan şeflerinin yardımı gerekiyordu. Adamlardan biri çikolata kabını onun yüksek huzuruna getirir, İkincisi bu iş için yapılmış küçük bir aletle bunu karıştırıp köpürtür, üçüncüsü Monsenyör'ün özel peçetesini uzatır, dördüncüsü de (iki altın saati olan) çikolatayı ağzına götürürdü. Bu adamların biri bile olmadan Monsenyör'ün çikolatasını içmesi ve yüce onurunu koruması mümkün değildi. Çikolatası rezil gibi, yalnızca üç kişi tarafından servis edilecek olsa şerefi lekelenir; iki kişi tarafından edilecek olsa ölürdü.

Monsenyör dün gece Komedi ve Büyük Opera'nın çekici bir şekilde temsil edildiği bir yemeğe katılmıştı. Monsenyör çoğu gece muhteşem bir topluluk eşliğindeki bu yemeklere katılırdı. Monsenyör o kadar kibar ve duyarlı bir adamdı ki, sıkıcı devlet meseleleri ve sırlar söz konusu olduğunda Komedi ve Büyük Opera, tüm Fransa'nın ihtiyaçlarından çok daha önemliydi. Aynı durum başka ülkelerde de –(örnek verecek olursak) şen Stuart'ın memleketi sattığı üzüntülü günlerde İngiltere'de de hep böyleydi– kabul gördüğünden Fransa için hoş bir durumdu aslında bu!

Monsenyör'ün genel sosyal meselelere ilişkin tek soylu düşüncesi her şeyi kendi haline bırakmak, özel sosyal meseleler söz konusu olduğunda diğer soylu düşüncesi ise her şeyi kendine akıtmaktı –özellikle de gücü ve parayı. Genel ya da özel, keyfi söz konusu olduğundaysa Monsenyör'ün bir diğer soylu düşüncesi dünyanın kendileri için yaratıldığıydı. Onun düzeninde geçerli olan cümle (orijinal cümleden tek farkı bir zamirdi, fazla bir şey değil) şuydu: "Yeryüzü ve içindeki her şey benimdir," der Monsenyör.

Ama Monsenyör halkın sıkıntılarının yavaş yavaş, hem kamusal hem de özel ilişkilerine sızdığını fark etmiş, bu yüzden her iki türdeki meselelerini halletmek için ister istemez Mültezimlerle işbirliği yapmak zorunda kalmıştı. Monsenyör, sosyal alandaki parasal işlerde hiçbir şey beceremediğinden, bu işleri yapabilecek bir Mültezime aktarmıştı; özel parasal işleri onlara aktarmasının nedeni de, Monsenyör'ün yıllardır süren bütün şatafat ve zenginliğin ardından giderek fakirleşmesi. Mültezimlerin de zengin olmasıydı. Bu sebeple Monsenyör giyebileceği en ucuz kıyafet olan rahibe kıyafetini giymesine ramak kala kız kardeşini manastırdan almış, onu ailesi fakir ama kendi çok zengin olan bir Mültezime vermişti. Eskiden ihsanlık tarafından horlanıp durmuş olan bu Mültezim şimdi, tepesinde altın bir elma olan asasıyla otelin dış odalarında kalanlar arasında yer alıyor ve her zaman damarlarında akan kanın üstünlüğünü kabul ettiğinden, Monsenyör un ve hatta kendi kansının kendisine en kibirli halleriyle tepeden bakmalarına ses çıkarmıyordu.

Mültezim çok müsrif biriydi. Ahırlarında otuz tane at, evinde yirmi dört uşak, kansına hizmet eden altı hizmetçi vardı. Eline geçen her fırsatta yağma ve baskından başka bir şey yapmayan bu Mültezim en azından o gün Monsenyör'ün otelindeki şahsiyetlerin arasındaki en büyük gerçekti.

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin