XXVIII. Deniz Hâlâ Kabarıyor

296 12 2
                                    

Madam Defarge her zamanki gibi tezgâhının arkasında oturmuş müşterileri kolaçan ederken, Yorgun düşmüş St. Antoine, bir haftadır birbirine kardeşçe sarılıp tebrik edenler yüzünden elindeki azıcık ekmeği yumuşatacak kadar sevinçliydi. Madam Defarge'ın başında gül yoktu, çünkü casuslar o kısacık bir haftada bile kendilerini azizlerin insafına bırakma konusunda acayip temkinliydi. Sokak lambaları uğursuz uğursuz sallanıyordu.

Madame Defarge kollarını kavuşturmuş, sabah güneşinin altında düşünceli düşünceli şarap dükkânına ve yola bakıyordu. Her ikisinde de üstü başı pislik içinde ve sefil halde olan aylak gruplar vardı, ama hepsinin sıkıntılarının üzerine bariz bir güç çöreklenmişti şimdi sanki. En sefil kafada eğik duran en pejmürde gecelik külahından okunan şuydu: "Şu külahı giyen benim için hayatımı devam ettirmek ne kadar zor biliyorum, ama gene şu külahı giyen benim için senin canını almak ne kadar kolay biliyor musun?" Daha önce işi gücü olmayan her bir sıska ve çıplak kol her an bunu yapmaya hazırdı şimdi. Örgü ören kadınların parmakları daha önce yaşadıkları tecrübelerle, berbat haldeydi. St. Antoine'ın çehresi değişmişti; asırlardır bu imaj işlenip duruyordu içine ve son kuvvetli darbeyle ifadesi değişmişti iyice.

Madame Defarge oturmuş, St. Antoine kadınlarının liderinden beklenecek gizli bir memnuniyetle çevresini izliyordu. Arkadaşlarından biri de yanında örgü örüyordu. Bir deri bir kemik bir bakkalın kansı ve iki çocuk annesi olan bu kısa boylu, tombul kadına Madam Defarge'ın sağ kolu olduğu için İntikam adı Verilmişti.

"Dinle!" dedi İntikam. "Dinle bak! Kim geliyor?"

St. Antoine semtinin sınırlarından şarap dükkânının kapısına doğru bir dizi barut, ateşlenmiş gibi güçlü bir uğultu yayılmıştı etrafa.

"İşte Defarge," dedi madam. "Susalım arkadaşlar!" Defarge nefes nefese geldi, başındaki kırmızı şapkayı çıkardı ve etrafına bakındı! "Herkes sussun!" dedi madam yine. "Onu dinleyin!" Defarge kapının önünde toplanmış olan hırslı gözlerin ve açık ağızların önünde soluk soluğa dikiliyordu; şarap dükkânındaki herkes ayağa fırlamıştı.

"Söyle bakalım kocacığım. Neler oldu?"

"Öbür dünyadan haberler var!"

"Nasıl yani?" diye bağırdı madam, küçümseyici bir edayla. "Öbür dünya mı?"

"Buradaki herkes, açlıktan ölmek üzere olan insanlara ot yemelerini öneren ve ölüp cehennemi boylayan yaşlı Foulon'ı hatırlıyor mu?"

Hep bir ağızdan, "Hatırlıyoruz," diye bağırdılar.

"Haberler onunla ilgili. O aramızda!"

"Aramızda mı?" diye hep bir ağızdan bağırdılar gene. "Ölmüştü hani?"

"Ölmemiş! Bizden o kadar korkmuş ki –haksız da değil hani– öldüğünü yaymış etrafa ve kendisine büyük bir cenaze merasimi düzenletmiş. Ama onu kırsal bir alanda saklanırken bulup getirmişler. Görmüştüm onu, ama şimdi Belediye Sarayı'na bir tutuklu olarak götürülüyor. Bizden korkmakta haklı demiştim. Söyleyin bakalım! Haklı mı, değil mi?"

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin