XXXII. Bileği Taşı

226 9 3
                                    

Paris'in Saint Germain bölgesindeki Tellson Bankası, yüksek bir duvar ve sağlam bir kapıyla caddeden ayrılan, önünde bir avlusu olan büyük bir binanın bir kanadında yer alıyordu. Bina, sıkıntılar baş gösterince üzerine aşçısının kıyafetini geçirip tabanları yağlayan ve sının geçmeyi başaran önemli bir asilzadeye aitti. Avcıların elinden ne yapıp edip kaçmayı başaran ve ruh göçü hâlâ gerçekleşememiş olan bu cingöz, kakaosunu dudaklarına götürmek için bir zamanlar aşçısından başka üç güçlü adama daha ihtiyaç duyan Monsenyör'ün ta kendisiydi.

Monsenyör kaçmıştı ve ondan yüksek maaş alıp günah işleyen üç güçlü adam, yeni doğan "Cumhuriyet Birdir ve Bölünemez. Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ya da Ölüm"ün sunağında onun boğazını kesmeye heves edip sabırsızlanarak kendilerini temize çıkarmışken, Monsenyör'ün evi haczedilmiş ve bütün malına el konulmuştu. Olaylar o kadar hızlı ilerliyor, kanunlar birbiri ardına öyle çılgın bir telaşla çıkarılıyordu ki, daha eylül ayının üçüncü gecesinde kanunların vatansever temsilcileri Monsenyör'ün evini ele geçirerek her yeri üç renge boyayıp odalarında konyak içiyordu. Tellson'un Londra şubesi, Paris'teki şubesinden farksız olsaydı, çok geçmeden müdürün aklını kaçırmasına ve bankanın iflasına neden olurdu. Ağırbaşlılık ve saygınlık timsali vakur İngilizler, bankanın avlusunda tahta kutulara dikilmiş portakal ağaçlarını, bankonun arkasında da Cupido'yu görünce ne derdi kim bilir? Ama oluyordu işte böyle şeyler. Tellson her ne kadar Cupido'nun üzerine beyaz sıva çekmişse de, o tiril tiril kıyafetiyle, (çoğu kez yaptığı gibi) sabahtan akşama kadar paraya nişan alarak hâlâ tavanda görülebiliyordu. İflası Londra'ya, Lombard Caddesi'ne kaçınılmaz olarak getiren bu genç pagan olmalıydı ve tabii bu ölümsüz çocuğun arkasındaki perdeli bölme, duvarın içine yerleştirilen ayna ve en küçük tahrikte çıkıp halkın arasında dans eden ve hiç de yaşlı olmayan memurlar. Fransa'daki Tellson böyle şeylerle gayet iyi başa çıkabilirdi ve işler yolunda gittiği sürece de kimse korkup parasını çekmeye kalkışmamıştı.

Bundan böyle hangi paralar çekilecekti Tellson'dan ve orada hangi paralar yatacaktı öyle, kayıp ve unutulmuş; sahipleri hapislerde çürürken ve şiddetle cezalandırılıp yok edilirken hangi altınlar ve mücevherler Tellson'ın kasalarında kararacaktı; Tellson'daki kaç hesap bu dünyada açık kalıp kapatılması öbür dünyaya kalacaktı; o gece bu sorulara, yoğun düşüncelere dalmış Mr. Jarvis Lorry dışında cevap verebilecek kimse yoktu. Yeni yakılmış şöminenin (onca keşmekeş ve kıtlık içinde bir de kış erken gelmişti) başında oturan Mr. Lorry'nin dürüst ve cesur yüzünü, asılı lambanın ve odadaki başka hiçbir şeyin yansıtamayacağı kadar derin bir gölge kaplamıştı –dehşetin gölgesi.

Mr. Lorry, sağlam köklü bir sarmaşık misali, yıllardır hizmet ettiği şirkete olan bağlılığından dolayı bankadaki odalardan birinde kalıyordu. Bu sayede ana binadaki vatansever işgaline karşı bir nevi güvenlik sağlamış oluyorlardı; ama iyi kalpli yaşlı beyefendi buna hiç kafa yormuyordu. Kendi işine bakıp bu tür durumlarla hiç ilgilenmiyordu. Avlunun dibinde, sütunların altında, arabalar için geniş bir alan vardı –hatta burada Monsenyör'ün arabaları da duruyordu. Sütunların ikisinde titrek alevli birer fener asılıydı ve dışarıda, bunların ışığında, kocaman bir bileğitaşı göze çarpıyordu: civardaki bir demirciden ya da başka bir atölyeden alelacele getirilip kabaca yerleştirilmiş gibiydi. Ayağa kalkıp pencereden dışarı, bu zararsız şeylere bakan Mr. Lorry ürpererek şöminenin başındaki koltuğuna döndü. Yalnızca pencereyi değil, dışarıdaki kafesli panjuru da açmıştı; tekrar her ikisini de kapatıp oturduğu yerde ürperdi gene.

Yüksek duvarın ve büyük kapının arkasındaki caddelerden şehrin her zamanki gece uğultusu geliyordu ve buna ara sıra tarifsiz bir çınlama eşlik ediyordu, tuhaf ve tüyler ürperticiydi, korkunç bir tabiatın alışılmamış sesleri göğe yükseliyordu adeta.

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin