XLV. Ayak Sesleri Sonsuza Dek Susar

799 31 10
                                    

Ölüm arabaları Paris caddeleri boyunca gıcırtılar ve gümbürtüler eşliğinde ilerliyor. Günün şaraplarını giyotine altı araba taşıyor. Akla hayale sığmaz bütün o açgözlü, her şeyi silip süpüren canavarlar sanki tek bir bedende toplanmış, giyotine dönüşmüştür. Fransa'nın o zengin topraklarında ve çeşitli ikliminde bile bu korkuyu yaratan şartlardan daha belirgin bir şekilde olgunlaşacak hiçbir çalı, yaprak, kök, filiz ya da biber tanesi yoktur. İnsanlığı, benzer şekilde, çekiçlerle ezecek olsan gene eski sıkıntılı haline döner. Aynı açgözlülük ve baskı tohumunu eksen belli ki yine aynı sonucu elde edersin.

Altı araba caddelerde ilerliyor. Güçlü büyücü, yani "zaman", bunları eskiye dönüştürecek olsa, mutlak hükümdarın arabaları, feodal soyluların malzemeleri, ışık saçan gösterişli kadınların süslenme odaları, Tanrı'nın evi olmaktan çok hırsızların yuvası olan kiliseler ve milyonlarca aç köylünün kulübeleri olarak görünürler! Ama hayır; Yaradan'ın belirlediği düzeni uygulayan müthiş büyücü dönüştürdüğü şeyleri asla eski haline çevirmiyor. Bilge Bin Bir Gece Masalları'nda, "Eğer Tanrı seni bu hale getirdiyse," der büyülenmişlere, "o zaman öyle kal! Ama geçici bir büyüyle bu hale geldiysen o zaman önceki haline dön!" Arabalar aynı şekilde, umutsuzca ilerliyor.

Altı arabanın kasvetli tekerlekleri döndükçe sokaklardaki kalabalığın arasında eğri büğrü bir saban izi oluşuyor. Yüzler bir o yana çevriliyor, bir diğer yana ve pulluk düzgün bir şekilde ilerliyor. Civardaki evlerde yaşayan insanlar bu görüntüye o kadar alışıktırlar ki pek çok pencerenin önü boş; bazıları da ellerindeki işe ara vermeksizin göz ucuyla arabanın içindekilere bakıyor sadece. Kimi evlerde sırf bunu izlemeye gelen misafirler var; sonra ev sahibi bir sergi düzenleyicisinin ya da yetkili bir şahsın kayıtsızlığıyla, birbiri ardına arabaları işaret ederek, dün ve ondan önceki gün içinde kimlerin olduğunu anlatıyor onlara.

Arabalardaki yolcuların bazıları etraftakileri ve son yolculuklarında olup biten her şeyi duygusuz gözlerle bazıları da uyuşuk bir ilgiyle izliyor. Kimisinin başı öne sarkmış, sessiz bir yeise gömülmüş; kimisi de bakışlarının öneminin farkında, tiyatroda ve resimlerde gördüklerini anımsatan tavırlarla bakıyorlar kalabalığa. Birkaçı gözlerini kapamış düşünüyor ya da dağılan kafasını toparlamaya çalışıyor. Sadece biri, o da çılgına dönmüş zavallı bir yaratık, korkunun etkisiyle öyle dağılmış ve sarhoş olmuş ki şarkı söyleyip dans etmeye çalışıyor. Onca insanın içinde ne bakışlarıyla ne de hareketleriyle insanlardan merhamet dilenen bir kişi bile yok.

Arabaların hemen yanında bir takım atlı muhafızlar var ve insanlar sık sık yüzlerini onlara çevirip bir şeyler soruyor. Sorulan soru aynı olacak ki, insanlar bunun ardından üçüncü arabaya akın ediyor hep. O arabanın yanındaki atlılar kılıçlarıyla sürekli içerideki bir adamı işaret ediyorlar. Herkes onun hangisi olduğunu merak ediyor; o ise arabanın arkasında, başı önüne eğik, arabanın yan tarafında oturan ve elini tutan gariban bir kızla konuşmak için ayakta duruyor. Kendisine bakılmasını ve yarattığı olayı umursamıyor hiç ve devamlı kızla konuşuyor. Uzun St. Honore Caddesi boyunca insanlar onun aleyhinde bağırıyorlar. O ise yüzüne düşen saçları geriye atmak için başını sallarken sessizce gülümsemek dışında bir tepki vermiyor. Kolları bağlı olduğundan yüzüne dokunamıyor.

Hapishane kuzusu Casus, bir kilisenin merdivenlerinde durmuş, arabaların gelmesini bekliyor. İlk arabaya bakıyor, yok. İkincisine bakıyor, yok. Tam "Acaba beni feda mı etti?" diye kendi kendine düşünürken üçüncü arabayı görüp ferahlıyor.

"Hangisi Evremonde?" diye soruyor arkasındaki adam.

"Şu. Arkada duran."

"Kızın elini tuttuğu adam mı?"

İki Şehrin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin