Bugün bana ilk defa tokat attı. Attığı tokattan çok bu evden gidemeyişim canımı yakıyor...
Canım oğlum, meleğim... Bugün seni hiç hissedemedim. Annenin üzgün olduğunu hissettiğinden mi hareketsizdin, sen de mi üzüldün benim kadar? Senin için her şeyin en iyisini istiyorum, annen ve baban bir arada olsun istiyorum fakat içimden bir ses hata yaptığımı söylüyor. Ya bana bir gün babam nerede diye sorarsan? Ya seni benim elimden alırsa?
Her şeye senin için dayanıyorum... Seni kucağıma alacağım günü bekliyorum umutla. Kim bilir, belki baban da seni gördükten sonra...
Mert elindeki defteri sıkıntıyla kapattı. Eskimiş kağıt kokusunu içine çekerken fark etmeden göğsüne bastırdığı defteri tek hamlede yatağın üzerine fırlattı. Yapamayacaktı.
Eylül sıkıntıyla salonda beklerken Mert'in dalgın bir halde merdivenlerden indiğini ve mutfağa yöneldiğini gördü. Bir haftadır konuştukları cümleler sınırlıydı. Aklı dün gece yaşadıkları tartışmaya kaydı.
-Eylül, abartmıyor musun güzelim?
-Hayır Mert. Ya sana bir şey olsaydı? Her şeyi geçtim, o kadar burnunun dikine gidiyorsun ki! Senden beklentilerimin bir kulağından girip diğerinden çıktığını bilmek çok yorucu.
Eylül'ün kırgınca sarf ettiği sözle Mert'in öfkesini katlamaktan başka işe yaramadı.
-Benden sakin kalmamı bekleyemezsin küçük hanım! O hergeleyi hiçbir şey yapmadan bırakacağımı düşündüysen beni tanımamışsındır.
Eylül sıkıntıyla Mert'e döndü.
-Evet seni tanımıyorum.
Mert Eylül'ün söylediği cümle ile afalladı. Hayatında hiç kimseye, özellikle bir kadına bu kadar açık olmamıştı. İki adımda Eylül'ün karşısına geldi. O kadar yakındı ki Eylül'ün gözlerindeki hareleri seçebiliyordu.
-Ben hiç kimseye sana olduğum kadar yakın olmadım.
Eylül içine çöreklenen acıya hakim olamadı. Ağzından çıkacak olan cümlenin ikisini de derinden etkileyeceğini ve dönülmez bir noktaya çekeceğini biliyordu.
-O yüzden mi hiç annenden bahsetmiyorsun? İçindeki yarayı benden saklıyorsun.
Mert'in gözlerinin şaşkınlıkla açıldığını, bakışlarının donuklaştığını fark etti. Genç adam hiçbir şey söylemeden dönerek yatak odasına yöneldi.
Eylül arkasından odaya girdiğinde genç adamı yatağa oturup, dizlerini dirseklerine dayamış düşünürken buldu. Yumruk yaparak dudaklarında birleştirdiği elleri kendini sıkmaktan beyazlamıştı.
İçinden kendisine lanet ederken usulca Mert'in dizlerinin dibine oturdu ve ona sarılmaya çalıştı.
-Keşke sözlerimi geri alabilsem ya da sana sarılabilsem.
Mert'in cevap vermediğini fark edince devam etti.
-Küçükken dizimde bir yara vardı. Hayret yaranın nasıl oluştuğunu hatırlayamıyorum. Sadece kabuk bağladıktan sonra altının iltihap kapladığını ve canımı çok yaktığını hatırlıyorum. Bir gün babam o iltihabı akıtmak için aniden kabuğunu kaldırdı. Canım o kadar yandı ki...
Mert derin bir iç çekti.
-Eylül!
-Özür dilerim sevgilim, aynısını yaptım. Yaranın kabuğunu kaldırdım. Fakat izin ver içinde kalanları temizleyeyim. Çektiğin acıya değsin.
Mert gözünden süzülen bir damla yaşa engel olamazken sırt üstü yatağa devrildi. Eylül yanına uzanırken genç adamın saklamak istercesine kolunu gözlerinin üzerine dayadığını gördü. Mert'in geniş omuzları kasılmış, içindeki derin sancı tüm vücudunu ele geçirmişti. Uzun süren sessizliği Mert'in fısıltısı bozarken Eylül genç adama daha da sokuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHUNA TUTSAK
RomanceHayata dair tüm zevkleri kadınların bedeninde tadan bir erkek, bir kadının ruhuna aşık olursa yaptıklarının bedelini imkansız ve acı bir aşkla mı öder? Dokunamadığı, belki hiç sarılamayacağı kadına aşık olmaktı Mert'in sınavı.