Bölüm 8

1.8K 142 3
                                    

Saatler sonra Mert üçüncü kahvesini içiyor bir yandan da Eylül'ün durumuna yakın ayrılışlar yaşayan hasta hikayelerini inceliyordu. Dünyanın birçok yerinde ruhun bedenden ayrıldığını iddia eden ve koma halinden hayata dönen hastalar mevcuttu fakat bugüne kadar ispatlanmış bir çalışma yoktu.

Neredeyse bilgisayarın ekranına yapışacak olan Eylül heyecanlanarak bir bağlantıyı işaret etti.

-Bu bağlantıyı aç!

Mert son altı ayda Belçika'da yapılan bir çalışmayı okurken Eylül yerinde duramıyordu.

-Evet, burada senin durumundaki hastalarla sağlıklı bağlantı kurmayı başarmışlar.

-Beyin'in bazı noktaları sorulan sorulara göre uyarı veriyor.

-Güzel gelişme, fakat yeterli değil. Tamamen bilincin açık olduğunu kanıtlamaz.

-Yani bu ne demek?

-Bilmiyorum Eylül. Çok daha karmaşık bir durumla karşı karşıyayız. Profrontal kortekse gönderilen akımlar oldukça düşük ve henüz yüksek başarı oranı yakalayamamış.

-Profrontal korteks bir köprü, tüm beyne akımın dağılmasını amaçlamışlar. Peki biz akımı direk karşı kıyıya göndersek.

-Çok riskli.

-Denemeye hazırım.

-Hayır, başka bir yöntem bulacağız. Şimdilik bu kadar yeter. Gördüğüm kadarıyla senin uykuya ihtiyacın yok fakat ben gidiyorum.

Ertesi sabah Mert gözlerini açtığında başında sabırsız hareketlerle bekleyen Eylül'ü buldu.

-Günaydın.

-Günaydın Eylül, fakat bir süre birlikte yaşayacaksak şu özel alan sınırlarını bir koysak mı?

-Anlamadım?

-Diyorum ki sen beni aşağıda beklesen, ben de... Oha gitti!

Mert duş alıp aşağı indiğinde sakinleşmiş bir Eylül buldu.

-Nasıl yapıyorsun?

-Neyi?

-Birden ortadan kaybolmayı, henüz alışamadım.

-Öğrenmek zor oldu. Kendimi bir yerde düşünüyorum ve hop oradayım.

-Tamam, gitmeden önce söyle bari.

Mert kahvesini içerken Eylül dayanamadı.

-Kahvaltı yapmıyor musun?

-Pek değil.

-Ben bir çay için neler vermezdim

Mert üzgün gözlerle Eylül'e döndü. İlk defa bu durumun onun için ne kadar zor olabileceğini düşünüyordu.

-Aa, sen üzüldün. Mert Doruk üzüldü, çok şaşırdım.

-Eylül hiç değişmediğini görmek güzel demeyeceğim.

4 BUÇUK AY ÖNCE

Eylül bir yandan taşıdığı ağır çöp poşetlerini apartmanın önündeki kovaya atmaya çalışıyor bir yandan da söyleniyordu.

-Ya sabır, ya sabır. Kaldı bir buçuk ay. Lanet herif bu dünyaya bana eziyet etmek için gelmiş resmen.

Eve girebildiğinde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Nazlıcan'ın üzerini örttükten sonra salon olarak kullandıkları giriş kapısının açıldığı tek odaya döndü. Mert Doruk sayesinde gündüz hala ayak işleri yapıyor, Elif'ten aldığı notlara anca apartmanın işini bitirdikten sonra bakabiliyordu. Tabi babası sarhoş gelip onu oyalamazsa. Saate bakılırsa bir yerlerde devrilip kalmış olma ihtimali daha yüksekti.

Tam notlara gömülmüşken kapı gürültüyle çalmaya başlayınca bu gece huzura eremeyeceğini anladı.

Daha fazla gürültü çıkmaması için kapıya koştu, bu gidişle bu apartmandan da kovulacaklardı. Aldıkları üç kuruş kapıcı maaşı ile evi döndürmek zaten zordu, bir de işsiz kalamazlardı. Gerçi yöneticiye kalsa çoktan sarhoş babalarını işten çıkarmıştı ama gelen parayı Eylül'e vermek şartıyla ve apartmanın işlerinin görülmesi karşılığında burada kalmalarına izin veriyorlardı.

Eylül neredeyse kapıyı açmadan ağır alkol kokusunu aldı. Kapıyı açtığındaysa suratını buruşturmadan edemedi. Yine onunla birlikte gelmişti.

-Ooo, benim güzel sözlüm de uyumamış, bizi beklemiş.

-Sinan kapa çeneni. Ben senin sözlün falan değilim.

-Doğru konuş kız, fakülte bitsin hemen nikah, Sinan oğlumla. Sen bizim hayatımızı kurtaracaksın.

-Ah baba, ne diyeyim ben sana. Takıldın şu çapulcunun peşine.

Zatan kafası bir dünya olan Sinan Eylül'ün babasını koltuğa oturttuktan sonra Eylül'e döndü.

-Kendini alıştırsan iyi edersin kızım, sen benimsin. Boşuna mı sarhoş babanı çekiyorum her gece.

Eylül korku dolu gözlerle babasına döndü fakat adam çoktan uyumuştu.

-Sinan git buradan.

Sinan Eylüle yaklaşmaya başladığında genç kız korku dolu gözlerle kapıya doğru gerilemeye başladı.

-Şunun şurasında fakültenin bitmesine ne kaldı, gel inat etme. Seni sultanlar gibi yaşatırım. Hem babanda sızdı.

Eylül masanın üzerinden eline geçirdiği bıçağı kendini korumak için havaya kaldırdı.

-Bana bak pis sarhoş, gözümü kırpmam anlıyor musun? Çabuk çık git bu evden.

-Of, en sevdiğim. Bir de hırçın! Tamam güzelim, tamam. Öyle olsun ben dayanırım biraz daha. Ama gözüm üzerinde, yanlışın olursa yakarım.

Genç kız kapanan kapının ardından bakarken korkudan bayılmak üzereydi. Yine de babasını koltuğa yatırıp üzerini örterken olanlar kafasının içinde dolaşıp duruyordu.  

Bir an önce bu evden de Sinan'dan da uzaklaşmalıydı ama nasıl. Onu ilk defa bu kadar gözü dönmüş görüyordu. Senelerdir onun sözlü tacizlerinden, takiplerinden bıkıp usanmıştı. Eylül'den yüz bulamayınca da şarhoş babasının kanına girmiş, etrafında dolanmaya başlamıştı. 

Eylül için evlilik uzak bir kavramdı, sadece Nazlıcan'ı düşünüyordu. Üniversiteyi kazandığı günlerde annesinin hasta olduğunu öğrenmişlerdi. Babası inatla okumamasını, evde kalıp kendilerine yardım etmesini istemişti fakat güzel annesi ölüm döşeğinde bile onu düşünmüş, okula devam etmesini sağlamıştı. Babasının da ağzını içki parasını vererek kapatmıştı.

Artık daha fazla dayanamayacaktı. Ne olursa olsun bu evden ayrılmalıydı.

RUHUNA TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin