Tahir sabah , bir kolunda Nefesi, diğer kolunda Yiğit’in kokusuyla uyandı. Anlaşılan minnak kurt da babasının göğsüne sığıvermişti. Küçük bir kanepeydi, haliyle sığabilmek için, babasının üzerine çıkması gerekti, öyle de yapmış, başını göğsüne, kol ve bacaklarının birini Tahir’in göbeğinin üzerine atmış, öylece uyuyakalmıştı. Tahir huzurla gülümsedi. Alışkın değildi böyle çoluklu çocuklu hallere. Yalnızken onu baba eden sevdiği vardı bir yanında. Nefesine de, oğluna da sıkı sıkı sarıldı.
Sabah hiç olmasaydı, bütün bir ömrünü böylece geçirebilecekmiş gibi bir duygu vardı içinde. Kolay değildi, ailesine arkasını dönmüştü hiç istemese de, ki ailem dediği annesinin yalanları da bir tarafta cabasıydı. Kendini onların sahte dünyalarından tamamen çekip, Nefes ile Yiğit'in dünyasına bırakmıştı. Kendi aile olmaya çalışırken, kendine kocaman bir aile inşa etmişti hiç fark etmeden.
Tahir telefonun çalmasıyla bu düşüncelerden sıyrıldı. Karısı ve oğlu uyanmasın diye alelacele telefonu açmaya çalıştı. Yiğit’i tamamen göğsüne yaslayarak telefona ulaşabilmişti. Arayan Mustafa’ydı. Konağı terk ettiklerinden beri, doğru dürüst kimseyle görüşmüyordu. Aralarındaki kırgınlığı gidermek uzun zaman alacaktı belliydi, yalnızca şirket ve gemi ile ilgili durumlar için bir araya geliyorlardı. Nefes zaman zaman bunun için kendini suçlu bulsa da, Tahir bu konuda daha sert ve netti. Onların sevgisine de, saygısına da tam anlamıyla güvenmek çok zordu.
“Alo, abi?”
“Tahir, yengem...”
“Yenge, sen miydin? Hayırdır, bu saatte, kötü bir şey yok değil mi?”
“Daha ne olsun be paşam. Siz yoksunuz.”
“Yenge, yine mi aynı mesele?”
“Bak, ben diyorum ki, bu akşam bize yemeğe gelin, büyük bir masa kuralım, uzun uzun konuşuruz ha, ne dersin?”
Tahir, artık bunları dinlemekten yorulmuştu. Nefesi uyandırmadan sessizce konuşmaya çalıştı.
“Yenge, kaç kere konuşacaz daha. Bu mesele öyle bir telefon ile kapanacak değil. Hadi ben neyse, Nefesime olanları en iyi sen biliyorsun. Hayde herkes işine baksın.”
Tahir telefonu biraz sinirle kapattı. Sinirlenmişti çünkü, bu meselenin hâlâ ehemmiyeti ortada değildi. Sürekli aynı şeyler konuşuluyor, dirliğimiz bozulmasın da ne olursa olsun düşüncesindelerdi. Kimse ortada bir hata olduğunun farkında bile değildi. Yeniden uyumaya çalıştı, yapamadı. Yiğit’i yavaşça annesinin yanına bıraktıktan sonra güzel bir kahvaltı hazırlamak üzere, mutfağa yöneldi. Kimseye bir şey duyurmadı, karısı ile oğlu uyanana kadar siniri çoktan geçmişti. Yiğit yumurta sevmiyor diye ona patates kızarttı, kızı için ise nektar kıvamında pişirdi Nefesin yumurtasını. Çayını apaçık koymayı da ihmal etmedi. Kuymağı en sona bırakmıştı. Her şeyi hazır ettikten sonra pişirecekti.
En güzel kahvaltı, acayip güçlü takımın bir arada olduğu kahvaltılardı. Tahir bunun için elbette can atıyordu ancak bu sabah bunu yapmayacaktı. Aslında hangisinin doğru olduğunu hiç bilmiyordu. Daha önce de bunu bilemediği çok zaman olmuştu ama şimdi karısıyken, oğlu onu özlerken, onlara kahvaltı hazırlamışken gitmek zorunda hissetmek sanki çölde suya oruç tutmak gibi bir şeydi. Gitmek zorundaydı çünkü, dün gece Nefes vazgeçmiş ve yenilmişti özlemine. Oysa daha bitmeyen bir yangın vardı önlerinde.
Kuymağı, ocağın üzerinde kapağı kapalı bir şekilde bıraktı, çayı da ocağa koyduktan sonra sessizce kapıyı çekip çıktı. O kapıyı kapatmak şimdi, ne kadar zordu. Ama Tahir hep bunu yapardı. Birlikte attıkları her adımdan sonra, Nefesi durdurmak için önce kendi durulurdu, bazen Nefes ‘şey’ derdi, anlamamış gibi susmaya devam ederdi o mevzuları. Bazen ‘seni seviyorum’ sözünde tutup attıkları balıkla değiştirirdi lafı. Bazen sadece arkasını dönen Nefesine sarılırdı, bazen de böyle kahvaltının üzerine sessizce kapıyı çeker çıkardı işte. Tahir’di çünkü, geberirdi hasretinden ama kendinden bile saklardı.
Asiye Tahir’le telefon konuşması üzerine yemek işine iyice kafayı takmış ama ne yapacağını da bilememişti. Nefesi aramak istedi ama böyle bir şeyi söylemeye yüzü bile yoktu ki. Saniye hanımla konuşmayı düşündü, onca şeyden sonra onunla bu konuda tartışmayı hiç istemiyordu. Ne yapacağını bilemez halde kara kara düşünürken telefon sesiyle irkildi. Eren uyanmasın diye kim olduğuna bile bakmadan açtı.
“Asiye abla.”
Asiye’nin gözleri doldu karşıdaki sesi duyunca.
“Nefesim... Kuzum sen misin?”
“Benim abla, nasılsın?”
“Asıl sen nasılsın ablam, nasıl özledim bir bilsen. Bir gittiniz, pîr gittiniz maşallah.”
“Abla, biliyorsun...”
“He, biliyorum da, böyle de olmuyor be ablam, biz hep böyle mi olacaz, ayrı gayrı?”
“Ben de istemiyorum böyle olmasını. Tahir de çok üzülüyor...”
“Sabah aradım onu da, konuşturmadı bile, akşama...”
“Duydum abla duydum. Hâlâ çok sinirli, kırgın. Ama sen bakma ona, sen akşamı ayarla ben Tahir’i ikna ederim.”
“Essah mı kız, Tahir kızmasın sonra?”
“Büyük ihtimalle kızacak ama sonra geçer.”
“Sana kıyar mı o hiç... Nefes, Tahir’i diyoruz da sen? Sen kızgın, kırgın değil misin bize, anama?”
“Abla, ben zaten aile özlemini çok çektim. Şimdi Tahir çekmesin artık istiyorum. Ben kırgın olsam ne, olmasam ne. Tahir benim yüzümden ailesine arkasını dönmesin, bu gerginlik aradan kalksın artık bana yeter.”
“Senin ne güzel bir kalbin var.”
Bu konuşmanın üzerine Asiye hazırlıklara başlamıştı bile. Nefes ise Tahir’in evde olduğunu düşünerek telefon konuşmasını duyurmamak için banyoya geçmişti. Az sonra kahvaltıda, Tahir’in konuşmasını aslında duyduğunu, o an uyumadığını, akşam için ise konaktakilere söz verdiğini anlatacaktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra yatak odasına geçti, Tahir’i göremeyince üzerini de değiştirip mutfağa yöneldi. Mutfaktan miss gibi kızgın tereyağ kokusu geliyordu. Tahir’in kuymak yaptığı belliydi, şimdi içeride ocağın başında uğraşan Tahir’in olduğunu düşününce içi gülümsedi. Böyle bir adamın karısı olduğu için bir kez daha şükretti içinden sessizce ve mutfağa girdi. Tahir’i göremeyince gülümseyen yüzü anında düştü. Masa hazırdı, çay demlenmiş, kuymağın kokusundan daha yeni yapıldığı an beyandı. Merakla biraz daha ilerledi. Masanın üzerinde küçük bir kağıt buldu.
“Patates kızartması paşamın, yumurta meleğimin. Kuymak ise sahibini biliyor.”
Nefes bu notu okuyunca bir an kötü oldu, sonra hemen toparladı. Bir insan, bir insanı ancak bu kadar güzel anlardı. Şimdi sadece kocasının onun için hazırladığı kahvaltının tadını çıkarmak istiyordu. Yiğit’i de uyandırdıktan sonra, oğlu ve kızıyla kahvaltısını yaptı. Ardından ev hanımlığı görevi döndü. Temizliğe başladı.
...
“Selamün aleyküm, aleyküm selam doktor hanım, müsaade var mı?”
“Hoş geldiniz Tahir bey, buyurun lütfen.”
“Randevu günü bugün değil ama ben yalnız gelip biraz konuşmak istedim.”
“Bir sorun yok değil mi?”
“Bilmiyorum, aslında yok ama var.”
“Nasıl yani”
“Siz böyle konuşup konuşup gönderiyorsunuz, iyi hoş da ben ne yapacağımı hala bilmiyorum.”
Doktor bu cümle karşısında kendinden emin bir şekilde gülümsedi.
“Buraya ne yapacağınızı sormak için mi geldiniz?”
“Hee, onun için geldim. Nefes daha iyi, sizinle konuşmak ona iyi geliyor. Bunu görüyorum ama ben nasıl davranacağımı bilmiyorum. O benim karım, ben onun bir bakışından zaten tüm dünyasını tanırdım. Şimdi iki yabancı gibi…”
“Endişe ettiğiniz bir şey mi oldu, bilmem gereken bir şey?”
“Siz bana şöyle dümdüz, lafı dolandırmadan ne edeceğimi söyleseniz olmuyor mu?”
“Eşiniz...”
“Benim Nefesim sizi anlıyor ama benim şu kalın kafam almıyor böyle şeyleri.”
“Aslında bu pek yaptığım bir şey değil. Yani tam olarak ‘dümdüz’ ne yapmanız gerektiğini söylemek. Bizim görevimiz size seçenek sunmak, sizin yerinize seçmek değil.”
“Seçtim zaten ben çoktan, en baştan Nefesimi seçtim. Ama bir eksiklik var, benim deliliğim kaldırmıyor artık bir yerden sonrasını. Karmaşık bir şeye dönüşüyor.”
“Sevmek ile sevgiyi büyütmek çok farklı şeyler. Sizi anlıyorum ve bu seferlik size istediğinizi vereceğim.”
“Neymiş o?”
“Eşinize en son ne zaman çiçek aldınız? Ne zaman kendi ellerinizle ona bir şey hazırladınız?”
Tahir, bildiği yerden soru gelen öğrenci gibi heyecanla cevap vermişti.
“Bu sabah... Bu sabah kahvaltı hazırladım... Ama ben kalmadım kahvaltıya, o uyanmadan çıktım. Not yazdım sadece... Biliyorsunuz...”
“Çiçek?”
“Valla ben anlamam öyle çiçek, böcek. Nefes de beklemek zaten öyle şeyler. Evin önündeki saksılarda var biraz, onlar yetiyor ona.”
“Ya yetmiyorsa? Ya bekliyorsa? Çok özel değilse eğer nota ne yazdınız?”
Tahir nota yazdığını ekledi. Doktor hanım bu defa biraz daha endişeli yaklaştı.
“Sadece bu kadar mı? Ya Eşiniz daha fazlasını bekliyorsa? Ona güzel birkaç kelime yazmamışsınız?”
“Anladım ben sizi, anlamasına da... Boşuna uğraşma doktor, Nefes benim bile bilmediğim şeyleri anlar, hisseder. Sizin bildiğiniz hikayelerden çok başka bizimkisi.”
“Tahir bey... Herkesin hikayesi biriciktir. Evet, itiraf edeyim sizin hikayeniz benim de daha önce dinlediğim hikayelere benzemiyor. Öyle eşsiz, öyle nahif ve öyle samimi bir hikayeniz var ki. Ama en başta da dedim ya, sizin bazı şeyleri artık normalleştirmeniz gerekiyor. Nefes hanıma normal bir evlilik hayatı olduğunu, bu yüzden üzerinde fazladan bir yük olmadığını, herkes kadar güçlü olsa bu evlilik için yeterli olduğunu bilmesi gerekiyor. Eğer bambaşka olduğuna inanırsa, bambaşka biri olmak zorunda hissetmekten başka bir seçeneği kalmayacaktır.”
“Doktor, sadede gelecektin ya hani?”
“Ona bugün bir buket çiçek alın. Üzerindeki nota sadece Nefes hanıma ait, anlamlı bir cümle yazın. Eşinizin tepkisi emin olun görülmeye değer olacaktır.”
Tahir düşündü bir müddet, belki de alınacak daha çok uzun yolları vardı. Ve bu yolun başında olmak, sandığı kadar kolay değildi. Söyleneni yapacaktı, tam odadan çıkmak üzereyken doktor seslendi.
“Yiğit ile aranız nasıl?”
Tahir tam kapıya yaklaşmıştı ki, aniden duraksadı, yüzü kapıya dönüktü, kocaman tebessüm etti. Sonra az sakinleyip doktora yüzünü döndü.
“Aslında ilk gün oğlum diye tanıttınız ama ben onu da merak ediyorum. Onun yaraları ne durumda?”
“Ne kadar Bukre’nin babasıysam, o kadar Yiğit’in de babasıyım. Ha bu kadar iyi aramız doktor hanım, oldu mu?”
“Olmadı Tahir bey. Ya oğlunuz da annesi gibi güçlüymüş gibi yapıyorsa? Bunu anlamak için bir travma yaşamasını bekleyemeyiz, öyle değil mi?”
Tahir, kalktığı sandalyeye adım adım yaklaşarak yeniden oturdu, doktora hak vermemek elde değildi. Nefesi anladığı kadar, Yiğit’i de anlamak zorundaydı. Bu zamana kadar böyle bir şey hiç hissetmemiş, daha doğrusu Yiğit hissettirmemişti. Ve bunu anlamak için Nefes gibi bir travma geçirmesini izleyemezdi.
“Ona da mı çiçek alayım?”
Tahir bunu sorunca, doktor tebessüm etti. Tahir’in çabası, masumiyeti izlenmeye değerdi.
“Hayır, tabii ki seviyorsa alabilirsiniz ama... Bence ona evcil bir hayvan alın.”
“Hayvan mı? O niye da?”
“Küçük bir çocuğun bu yaşta, büyümek zorunda kalması kolay bir psikoloji değildir. Hele ki o sorumluluğun içinde annesi gibi çok değerli bir varlık varsa, iş biraz daha karışıktır.”
“Artık ben varım, herhangi bir sorumluluk almasına gerek yok ki.”
“Evet ama sizin varlığınız tam olarak bu sorumluluğu kaldırmış sayılmaz. İnsan beyni öyle bir şeydir ki, neyi düşünerek nasıl davrandığını çözmek büyük beceri ister. Eğer oğlunuzun üzerinden aniden bu sorumluluğu alırsanız, kendini boşlukta hisseder. Ne yapacağını bilemez. Bütün hayatını annesini korumaya adamış biri için artık böyle bir sorumluluğunun olmaması hayatında kocaman bir boşluk açar. Hayatın anlamını kaybeder bir anlamda.”
“Hayvan ne edecek bu uşağa?”
“Öncelikle üzerinde ki bu sorumluluk duygusunu bir hayvanın bakımına verecek. Kendini boşlukta değil hâlâ işe yarar olduğunu hissedecek ama annesini düşünmek zorunda olmadığını da öğrenecek. İnanın bu ikisi arasında kalmak, bu yaştaki çocuğun psikolojisi için çok ağır bir durum.”
Tahir doktora teşekkür ettikten sonra oradan ayrılıp şirkete geçmişti. Akşamı etmek öyle zor olmuştu ki, aklı hâlâ sabahki kahvaltıdaydı. Doktorun söylediklerini düşünmeye çalıştı. Çiçek işi kolaydı da, hayvanı nasıl seçecekti hiç bilmiyordu.
Nefes temizliğini bitirip en son kalan ütüleri de hallettikten sonra Tahir gelmeden Asiye’ye söz verdiği gibi konağa geçecekti. Çamaşırları tek tek katladıktan sonra Tahir’in gömleklerini ayırıp ütü masasının başına geçti. Eli varmadı, ütü sürmeye. Önce kokladı, öyle bir çekişti ki bu, sanki tüm dünya onun kokusunda saklanmıştı. Onun kokusunu duyduğu her yerde huzur vardı, kocaman baharlar vardı, içinde filizlenen yepyeni rayihalar vardı.
Yangazlar da, mustafa da bugün şirkette pek görünmüyordu. Tahir de erkenden çıktı, bir çiçekçiye girdi önce. Çiçekçi kocaman bir çiçek bahçesi gibiydi. Tahir’in başı dönmüştü, hangisini severdi ki Nefes. Hiç bilmiyordu. Hangisini alsa bir anlamı olurdu ya da kokusuna göre mi seçmeliydi. Hiç Tahirlik değildi bu konular ve sandığından çok daha zordu karar vermek. Dükkan sahibi öneride bulunmak istediyse de Tahir önce bilemedi, kararsız kaldı, sadece Nefesin çiçekleri görünce yüzünün alacağı hali düşündü ona göre kendi elleriyle bir buket çiçeği tek tek özenle seçti. Ardından evcil hayvan için, Osman babanın komşusuna uğradı. Küçük bir köpek aldı, kulübesi, yemeği, tasması vs her şeyi hazır ettikten sonra evlerine doğru yol aldı. Tüm bunları hazırlayınca dek, akşam olmuştu bile. Nefesi çok beklettiğini düşündü. Bahçenin içine arabayı park ettikten sonra sessizce köpeğin kulübesini yerleştirdi. Evin ışıkları yanmıyordu, bu saatte uyumuş olamazlardı. Dışarıda olsalar haber verirlerdi. Merakla çiçekleri eline aldı, kapıyı çaldı. Kapıyı açan olmayınca, telaşlandı, çok düşünmedi hemen kendi anahtarları ile açtı kapıyı.
İçeride kimse olmadığı belliydi, yavaşça tedirgin bir şekilde ilerledi. Nefes kızgın olabilir miydi sabah için. Ya da Yiğit'e mi bir şey olmuştu. Belki de daha kötüsü.... Hemen salona geçti. Masanın üzerinde bir not buldu.
“Kuymağın peynirini az katmışsın. Asiye ablam yeniden yapacakmış, mısır çorbası da yapacak, soğutma...”
Tahir kağıdı okuyunca, sinirden elinden düşürdü. Anlaşılan Nefes sabah ki Asiye’nin davetini duymuş ve Tahir’den habersiz plan yapmıştı. Deli Tahir bazen duracağı yeri çok iyi bilirdi de, Nefesin kendi sözünü çiğnemesi çok zoruna giderdi. Şimdi ise asıl sinirlendiği şey, Nefesin onca şeyden sonra birlikte çıktıkları o konağa giriyor olmasıydı. Hem de gerçekten affettiği için değil, yine Tahiri düşünüp, ailesinden uzak kalmasın diye... Buketi masanın üzerine bırakıp hızlıca evden dışarı çıktı. Konağa doğru yol aldı, konakta ise Nefes hiçbir şey yokmuş gibi davranmış, Tahir için yine en son ettikleri kavga gürültüyü yok saymıştı. Heyecanla Tahir’i beklediler. Pikabın sesini duyunca önce fatih koştu kapıya. Dışarıda sarıldı Tahire doyasıya. Konağa gelmeyeli çok olmamıştı ama eksikliği öyle belliydi ki. Tahir konuşmadı, içeri girdi hızla. Önce Saniye hanım atladı.
“Tahir’im, oğlum...”
“Selamün aleyküm, aleyküm selam. Nefes hayde...”
“Tahir, gelsene...”
Yiğit Balımla oyunu bırakıp, babasının boynuna atladı.
“Baba... Bak Balım ile ne yaptık.”
Tahir sinirini belli etmemeye çalışsa da, gözlerinden çıkan öfke saklanacak gibi değildi. Yiğit’i kucağına aldı.
“Nefes, hayde kızım, eve gidiyoruz.”
Mustafa atladı hemen.
“Tahir, koçum... Bir bekle da”
“Nefes dedim!”
Asiye araya girdi.
“Yengesinin paşası, yemek yiyelim, sonra gidersiniz he? Hayde herkes sofraya.”
“Nefes evimize gidiyoruz biz. Geliyor musun, gelmiyor musun?”
Nefesin ağzını bıçak açmadı. Mahcup, sessiz evdekilere veda eder gibi baktı. Tahir arkasını bile dönmeden Yiğit’i alıp, çoktan arabaya geçmişti. Nefesi bekledi, oğlunun yanında çok beceremese de sakin olmaya çalıştı. Nefes ise yine sessizliğini koruyarak arabaya geçti. Az sonra kendi evlerine geldiklerinde, arabadan iner inmez Yiğit babasının öfkesini sindirmek ister gibi gördüğü kulübeyi merakla sordu. Köpek zaten, Yiğit’in bıcır bıcır sesiyle dışarı çoktan çıkmıştı. Kuyruk sallamaya başlamış, Yiğit’in okşamasıyla daha da tatlı olmuştu. Nefes de Tahir’in sinirini görmezden gelerek köpeğin yayına geçti.
“Tahir nereden çıktı bu?”
“Baba bu bizim mi, adı ne?”
Tahir gözlerini Nefese dikerek cevap verdi.
“Fırtına oğlum, adı ‘Fırtına’!”
Nefes Tahir’in sert ses tonuyla biraz irkilip Yiğite döndü.
“Annecim, hadi sen içeri geç. Fırtına’yla yarın ilgileniriz. Hava da soğudu zaten.”
Yiğit hiç istemeye istemeye içeri geçti. Hava gerçekten de birden soğumuş, yavaş yavaş atıştırmaya başlamıştı.
Tahir, sinirliydi ama hamile karısına belli etmemek için çok uğraş verdi.
“Nefes, sen de geç içeri. Yağmur yağıyor, üşüyeceksin.”
“Tahir... Çok mu kızdın?”
“Nefes, içeri geç!”
Tahir sesini yükseltince, çaresiz, Nefes de sesini yükseltti.
“Ya ne yapsaydım, başka yol mu bıraktın, ne konuşuyorsun, ne konuşturuyorsun!”
“Nefes, bilmezmiş gibi konuşma. O konaktan nasıl çıktığımızı hatırlamıyor musun? Biz o konaktan birlikte çıktık. Şimdi nasıl girersin o eve!”
“Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum. Ama sen bazen onların senin ailen olduğunu unutuyorsun!”
Tahir hızla Nefese yaklaştı, kolundan tutup kendine çekti. Gözlerinde öfkeyle karışık kocaman bir sevda vardı.
“Benim ailem sensin be kadın, şunu bi anla artık!” diye hiddetle bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zarif Sevda : Nefes İle Tahir
FanfictionYorgun gönlün içinde... İkinci sezon finali sonrası yeni başlangıçlar... İçimizde kalanlar...