Güneş sabaha ererdi, gün yüzüne dönerdi. Bir bahar mevsimi çalardı kapıyı, bir nergis kokardı sokaklarda. Bir nefes eserdi, karanlık ve soğuk binalarda. Cahil bir toprak kanardı, kan gövdeli bir yürek bilgin çıkardı. Görmezden gelmek kolaydı, gördüğüne inanmayıp vicdanı uyutmaksa en zor olanı....
Saniye hanım gece boyu yine kabuslar görüp durdu. En son Halime teyzeyle birlikte görmüştü Bukre’yi. Kabusları öyle garipti ki, Bukre’yi görür gibi ama değil. Kucağında küçük bir bebek...
Yüzü ay gibi, Tahir mi? Ormanın içinde bir şeylerden kaçıyor ama yolun sonu yok. Ormanın içinde bağırıp duruyor ama ses veren yok. Bebeğini kim almaya gelirdi ki, az ileride Bukre... Nefesin kucağında tebessüm ediyor. Nefesin üzerine doğru koşmaya başladı. Sanki kaçacak başka bir yeri yok gibiydi. Kucağındaki bebeğini kurtarmak için Nefese koştu. Nefes kendi kucağındaki bebeğine sımsıkı sarılıp, Saniyenin kucağındaki bebeği diğer kucağına aldı. Saniye hanımın korkusu hâlâ dinmemişti. Nefesin kucağında bebeğinin güvende olduğuna emindi ama kendi kendine yetemediği geldi aklına. Bebeğini arkada bırakıp koşmaya başladı. Sanki ayın pırıltısı sadece Nefesin ve çocukların üzerine parlıyordu da, zifiri ormanda başka bir aydınlık emaresi görünmüyordu. Sanki ormanın derinliğinde koştukça kayboluyor gibiydi. Gözünün önünde görebildiği hiçbir şey yoktu. Ağaçların gövdesine çarpmadan koşmak için elinden gelen tüm enerjisini ortaya dökmeye çalışıyor gibiydi. Nefese seslendikçe aklı uçacak gibi geldi. Kendi sesinden korkar mıydı bir insan... Her bağırdığında, aynı tonla yankılanan sesinden irkildi. Kucağındaki boşluk hissini kaybetmiş değildi. Daha hızlı koşmaya başladı. Etraftaki çalılıklara çarpa çarpa koşmaya devam etti. Az sonra ayağının altında hissettiği boşluk bile kendisine gelmesine yetmedi. İkinci adımı da aynı boşluğa düşünce anladı. Sanki ucu bucağı olmayan bir boşlukta savrulacağını. Çok geçmedi ki, yine ağzında ‘Nefes!’ Diye haykıran sesiyle kendine geldi. Kan-ter içinde açtı gözlerini. Yatağın bir köşesi tamamen su içinde kalmıştı. Başına aldığı yazma, bir tarafa kaymış, kendini bir cehennem çukurunun içinde uyanmış gibi hissetti Saniye hanım. Neresi olduğunu anlayamadığı bir uçurumun ötesinde savrulup dururken zar zor kurtarmış gibi geldi. Gerçekten kendini kurtarabilmiş miydi? Kabustan uyanmak kolaydı, yaşarken kendini bir kabusun içinde bulmak ise en zor olanı...Kalkıp iki rekat namaz kıldı, secdeye vardığı anda gözünün önüne gelenlerden kurtulamadı. Bir elinde bebek, diğer elinde Nefese uzanmaya çalışır hali... Ve aynı uçurum, aynı boşluk... Sabaha kadar aynı kabusu görmemek için yatağın içinde döndü durdu.
...
Bu sabah, Tahir’in aylar sonra gemiye geri döneceği ilk gündü. Acayip güçlü bir ailenin, acayip normal bir parametresi olsa da bu iş, herkes için zor geçecekti. Tahir, aynı evin içindeyken bile karısını merak eder, oğlunu özlerdi. Şimdi bu özleme bir de kızının hasreti eklenecekti. Zamanı unutup da, günlerce gemide sabahladığı geçmişi aklına getirdi Tahir. Nefesten önce... Nefesten sonra... Ömrü ikiye bölünmüş gibiydi.
Askerden döndüğünden beri kendi evine sığamayıp, ömrünü bir şekilde akıtmaya çalıştığı gemi...
O ömrün bir saniyesini dahi, daha fazla ailesinden uzak geçirmemek için ayaklarının geri geri süründüğü gemi...
Gözünü açtığında Bukreyi de, Nefesi de odada göremedi Tahir. Saat yedi sularıydı. Yaklaşık on dakikada üzerini değiştirip aşağı indiğinde Yiğit’i de annesiyle birlikte kahvaltı hazırlamaya yardım ederken buldu. Bukre ise, salıncağından eşlik ediyordu minik ailesine. Bir süre seyretti bu manzarayı. Sanki azıcık dokunsa bozulacak gibiydi. İnsanın işe giderken onu uğurlayan bir ailesinin olması ne büyük zenginlikti. Nasıl bir bereketti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zarif Sevda : Nefes İle Tahir
FanfictionYorgun gönlün içinde... İkinci sezon finali sonrası yeni başlangıçlar... İçimizde kalanlar...