“Tahir biz niye geldik buraya?”
“Az gel da Nefes, soru sorma, bir gel.”
“Sorsam ne olur, sanki cevap veriyorsun. Şu kolumdan tutup sürüklemekten ne zaman vazgeçeceksin?”
Tahir, kısacık duraksadı, elini Nefesin kolundan hiç ayırmadan konuştu.
“Ne o? Rahatsız mı oldun geyik hanım?”
“İyi bir şeyler yapmaya çalıştığını anlıyorum anlamasına da, en azından böyle durumlarda şu hödüklüğünü bir kenara bıraksan, olmuyor dimi?”
Tahir, tebessüm etti Nefesin gözlerinin içinden kendini bir an bile ayırmadan. Gözlerini yavaşça, gerçekten de Nefesin kabaca kavradığı kolundaki eline çevirdi. Yüzündeki tebessüm yerini hafif bir asabiyete bıraktı. Kendine kızdı belki, her sözünde, her adımında Nefesin en güzel sevilmeyi hak ettiğini söyler dururdu da, iş uygulamaya geçince biraz karışırdı. Bu defa yenilip, yeniden deneyecekti. Kolundaki elini, usulca Nefesin yumuşacık elleriyle birleştirdi. Tam bu anda, gözlerini de Nefesin yeşillerine bıraktı. Hiç söylemedi ama kendine çok kızdı. Bu eli tutabilmek için ne çok savaş vermişlerdi birlikte, o eli tutabilmek için tüm memleketine ardını dönmüştü. Ve onun ellerini tutmak, bahar gibiydi. Olmayacak hangi masal varsa, inandıracak kadar güçlüydü, ayakta durmaya sebepti, onun elleri fırtınada kaybolduğunda sığındı fenerdi. Gökyüzünde hasretine eşlik eden gün yüzlü hilaldi. Tutundukça güç aldı, adımını daha güçlü attı. Zaten mert olan bakışına biraz şefkat kattı.
“Şimdi oldu mu?”
“Olmaz mı ya, tam erkek adama yakışır şekilde oldu.”
“Senden ayrı bir alem var ki içimde, bu eli tutamazsam, nerede adım atsam kayıp, hangi dalından tutsam hayatın ve hangi saç teline yazılsa mısralarım hep eksik, hep sanık. Oysa sen bir şiirsin içimde, ben tükenmiş bir yol en uçsuzundan. Seni hissetmediğim her yerde bir yar, senin kokunu duymadığım her diyarda fırtınalı rüzgar...”
“O yüzden mi bulduğun her fırsatta kolumdan sürüklüyorsun?”
“Ben seninle öğreniyorum böyle şeyleri, az anla da kızım! Sanki bir fırtına var önümüzde ve seni kurtarmak için, o fırtınadan daha hızlı çekip almam gerekiyormuş gibi hissediyorum.”
“Aldın zaten...”
Tahir biraz daha sıkıca sarıldıktan sonra ellerine devam etti. Biraz daha ilerlediler. Şimdi zifinaların ortasından geçerek, oturacak gölge bir yer bulacaklardı. İlk fırsatta Nefes yeniden sordu.
“Zifinalar için mi geldik biz buraya?”
“Eve götürmek istemiştin, ne zamandır da gelmiyoruz.”
“Burası daha önce geldiğimiz yere benzemiyor, biz niye buraya geldik, artık söyleyecek misin?”
“Benzemiyor, evet.”
“Tahir, onlar niye farklı?”
Nefes, normalde sarı olan zifinaların arasında kırmızı renkli olanları görünce şaşkınlıkla sormuştu. İlginç bir şekilde kocaman yaylanın ortasında sadece küçük bir yeri kırmızıydı. Tahir, Nefesi az ileride oturacak bir yer bulana kadar cevapsız bıraktı. Nefesi elinden tutup yavaşça çimenlerin üzerine oturttuktan sonra, önemsiz bir şeyi anlatır tavırla konuştu.
“Kırkkızlar derler buraya. Bir efsaneye göre, burada kırk kız yaşarmış, oyuncak bir bebek yüzünden aralarında kavga mı çıkmış ne, kırkı da birbirini öldürmüş.”
Nefes, bu hikayenin sonucunun nereye varacağını tahmin etmeye çalışır gibi sordu.
“Sonra?”
“Sonra işte, tam burada birbirini öldüren kırk kızın akan kanları buradaki çiçeklere bu rengi vermiş. Her yıl, sadece buradaki zifinalar kırmızı renk açar.”
“Sonra?”
“Sonrası yok Nefes, bu kadar işte.”
“Sadece bu kadar mı? İlginçmiş.”
Nefes anlam veremediği halde, anlattığı hikayeyi değersiz görmemek için bir şey diyememişti. Ama anlam verebileceği bir sonuca da ulaşamamıştı. Sadece ‘ilginç’ diyebildi ve sustu. Tahir ise gayet ciddi cevap verdi.
“Bence çok saçma!”
Nefes anlam veremeyince sesini biraz yükselterek konuştu.
“Tahir! O zaman bu “saçma” hikayeyi niye anlattın? Beni buraya bu yüzden getirmedin herhalde!”
Tahir biraz mahcup, ince sesiyle cevap verdi. Önce gökyüzünden ayırdığı başını Nefese çevirdi. Şimdi ne diyeceğini bilemeyip, elini kolunu nereye saklayacağını iyice şaşırmıştı.
“Tamam kızım da, tamam.”
Nefes artık sorularının cevabını alabileceği rahatlıkla döndü yüzünü. Tahir ise, başladığı cümleleri nasıl toparlayacağını düşündü bir süre. Nefes’e döndü yüzünü. Ama öyle sadece yüzünü değil, tüm gövdesiyle döndü, kelimeleri ince ince seçmek vardı aklında. Oysa bazı hisler vardı, sadece bir bakışınla karşısındakine akıttığı. Bazen bir ses vardı yalnızca, mırıldanan bir türkü vardı usul usul. Sözlerinde ander bir sevdalığı anlatsa da, biz olmanın en güzel itirafı sadece bir şarkıyla olurdu. Artık söyleyemediği cümlelerin ‘hadi anla halimden’ diyerek kıvranıldığı dönemler geride kalmıştı. Şimdi hangi cümle varsa geride, ne kaldıysa içlerinde onu anlatmanın zamanıydı.
“Ali ile Nino’nun hikayesini hatırlıyor musun?”
Nefes, konunun nasıl buraya geldiğiyle ilgili en ufak fikri olmadığı gibi, Tahir’in anlattıklarını da bağdaştıramamıştı. Yine de sadece sevdiğinin dilinden dökülen her cümleye verdiği değer gibi, anlamasa da aynı özenle cevap verdi.
“Adam doğu, kadın batı… hatırlamaz mıyım…”
Tahir az suçluluk duygusuyla başını yere eğdi. O gün bir masal anlatmıştı Nefes’e. Ve belki de bir daha göremeyeceği kadına son anlattığı şey imkansız bir aşk hikayesi yaşayan iki sevdalının dikilen heykelleriydi.
“Nefes ben iki haftadır düşünüyorum doktorun dediklerini. Bu güven meselesi, kaybetme korkusu falan, sonra senin…”
Tahir saniyelik de olsa acıyla yutkunduktan sonra devam etti.
“Doktor bana senin için, güçlüymüş gibi yapmasına izin verme deyip duruyordu en başından beri. Sen yorulunca düşmene izin verecektim, sonra birlikte ayağa kalkacaktık falan. Yiğit için de aynı şeyleri söyledi ama ben anlayamadım işte.”
“Tahir!”
“Hı?”
“Sadede mi gelsen?”
Tahir Nefes’in kendi gibi cevap verdiğini duyunca hafifçe tebessüm etti. Şimdi sadede gelecek, onu söze getirecek en doğru kelimeyi aradı.
“Nefes… Belki de ben o gün güçlüymüşüm gibi yaptım. Sana Ali ile Nino’yu anlattığımda, bana seni hatırlattı demiştin. Tabii ben o zamanlar az deli olduğum için…”
Nefes imalı bir bakış attı, Tahir cümlesini yeniden düzeltti.
“Tamam, az değil, baya bir deli olduğum için ilgilenmedim ama… Aslında sana bizi anlatmaya çalışmışım.”
“Bizi mi?”
“Bizi ya… Sen gözümün içine bakarak bir şeyler görmeye , anlamaya çalışırken ben aslında kendimi bile inandıramadığım bir masala seni inandırmak istedim. İmkansız olduğumuzu bağırmak istedim belki de sadece. Seni gönderiyordum ve kendimi haklı çıkarmak için geçerli sebeplere ihtiyacım vardı. Vicdanım başka türlü susmazdı.”
Nefes, başını öne eğdi. Tahir’in de demek ki, bazen kaçmak için sığındığı hikayeler vardı ve o gün anlattığı imkansız aşk masalı da bu yüzdendi.
“Mutlu sonla bitseydi, heykelini dikmezlerdi, demiştin bana.”
Tahir kendini affettirmek ister gibi konuşmaya devam etti.
“Heykelini dikmişlerdi çünkü dillere destan bir sevdaları vardı. Ama o gün, bu gerçekten kaçmam lazımdı. Hani doktorda beni ilk kez orada kaybetmekten korktuğunu söyledin ya…”
“Evet?”
“Son zamanlarda yaşadıklarının sebebi, benimle ilgili olunca, ben düşündüm ki… Eğer beni ilk kaybetmekten korktuğun ânı silersem, yeniden başlayabiliriz. Telafisi olmaz belki ama bir kez yaşadığımız bu hayatın içimizdeki yerini değiştirebiliriz. Ben o gün sana kırkkızlar gibi saçma bir efsane anlattım sadece.”
“Kırkkızları bu yüzden mi anlattın?”
“Altı üstü bir hikaye. Akılda tutmaya bile değmez. O gün sana anlattığım bir masalla seni bir bilinmeze inandırıp, göndermek istedim ama gerçek olan tek şey saçma bir efsanesi olduğuydu.”
Nefes etkilenmişti Tahir’in bu sözlerinden. Haklıydı belki de, en başa dönmeleri gerekiyordu tertemiz devam edebilmek ve bir daha eskiyi hatırlamamak için. Nefes etkilenmişti ama yine de sormadan edemedi.
“İyi de Tahir, senin saçma dediğin bir masal için kocaman heykel yapmışlar şehrin ortasına?”
Tahir biraz sitem, biraz tebessümle cevap verdi.
“Ula Nefes, riv riv edip de bozmasan olmuyor dimi?”
Nefes de gülmüştü şimdi ama Tahir’in elbette ki bir cevabı vardı.
“Her yerde sarı açıp, ha burada kırmızı açan bitkinin hikayesini sorgulamıyorsun, elin adamının diktiği heykeli mi sorguluyorsun Nefes? Hangisi daha saçma bir daha düşün istersen…”
Şimdi ikisi de gülerek cevap vermişlerdi bu masal rövanşlarının sonuna. Tahir, Nefes’in ellerine dokundu yeniden. Kendinde güç bulabilmek için ve parmak uçlarındaki sızıyı biraz olsun dindirebilmiş olduğunu anlamak için.
“Ne bilim kızım… O zamanlar sizin için yabancının biriydim işte, sandım ki, ben Yiğit ile seni inandırabilirsem, ben de…”
"Yabancı mıydın? En saklı acımdan girdin sen bu eve. Ben yıllardır birbirini kaybeden bir baba ile oğulu yan yana getirmiştim sadece. Sonra bir mucize oldu ve biz seninle büyüdük. O mucizenin içinde tam sekiz yıl saklıydı. Sekiz yıl..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zarif Sevda : Nefes İle Tahir
FanfictionYorgun gönlün içinde... İkinci sezon finali sonrası yeni başlangıçlar... İçimizde kalanlar...