Gül Muştusu

1.8K 102 48
                                    

Gece miydi bilinmez olan, gecenin zifirisi mi aradığımı solduran? Kaybolmaya çalıştıkça daha derine dalınan ama kaybolamayan... İnsan kaçarken sadece yolunu kaybeder, kendini kaybetmez. Kendini kaybetmek ancak deli işiydi. Delilik ise herkese nasip olur da, en çok bilenin önüne süzülmezdi.

Tahir bir anlık karışan aklıyla hızlı hızlı kapıyı çaldı. İçeridekilerin bu saatte çalan kapıyı, tedirginlikleri nedeniyle geç açmaları Tahir’i iyice delirtmişti.

“Abi! Yenge!”
Diye korkuyla bağırarak çaldığı kapıyı aynı korkuyla Mustafa açtı.
“Tahir? Ula deli? Ne alacaklı gibi dayandın bu saatte?”
Tahir, abisini görünce ne olduğunu anlayamamış halde ama daha sakince sordu.
“Kaç saattir kapıyı çalıyorum, niye açmıyorsunuz?”
Tahir soruyu sorar sormaz içeriye geçtiğinde masanın başında yangazların, Asiye’nin öylece beklediğini görünce bir an susup kaldı. Ardından ne diyeceğini bilmezmiş gibi eli yüzünde Mustafa yaklaştı. Kapıya dayandığı için kızacak oldu, kızamadı.
“Yiğit nerede?”
“Tahir! Otur şöyle, gece gece niye geldin sen, burada kalacaktı ya uşak?”
“Abi! Yiğit nerede?”
Fatih ile Murat birbirine bakıp öylece susunca Tahir iyice delirdi.
“Fatih! Bu saatte siz ne ediyorsunuz böyle?”
Sonraki bakışı Asiye’de kilitlendi. Asiye başını hiç kaldırmadan yere dikmiş gözleriyle en çok dikkat çekendi.
“Yenge! Yüzüme baksana! Ne oluyor ya burada? Şimdi deliricem!”
Mustafa sesini biraz alçaltıp, arkadan söylendi.
“Sanki değilsin...”

Tahir bir hışımla arkasını döndü. Mustafa’ya ne olduğunu sorar gibi baktı. Birkaç saniyede aklından geçenleri diline dökmemeye çalışsa da kendine engel olamadı.
“Yok... Yok... Aynı şeyi yaptık deme bana abi!”
“Tahir, ne diyorsun ya, otur dedik şöyle!”
“Bir şey oldu. Ne olduysa artık, kayıp mı ettiniz yine oğlumu!”
Tahir böyle bir şey olmasına imkan verecek hiçbir durum olmasa da, aklına başka bir şey gelmiyordu.
“Saçma saçma konuşma, nereye kaybolacak koca uşak!”
“Bir gece ya!  Sadece bir gece emanet ettim oğlumu! Ona bile sahip çıkamadınız mı!”
“Yavaşşş.... Yiğit Ali’nin yanında... Karakolda...”

Mustafa sanki çok normal bir şey söylemiş gibi karakol, deyince Tahir’in gözleri yerinden çıkacak kadar büyümüştü.
“Nerede, nerede!”
“Vedatın dosyasında soracakları varmış, gelirler şimdi!”
Tahir, sinirle Mustafa’nın üzerine yürümeye başladı.
“Bu saatte ne dosyası ya! Niye bir şey söylemiyorsunuz insana!”
Tahir’in gece gece bağırışlarına Saniye hanım, yeni uyanmış gibi salona geldi.
“Bağırma abine! Onun ne suçu var? Sen dön arkanı, bırak işi-gücü. Biz sana tek kelime etmeyelim, sen abine hesap sor. Büyüğünü, küçüğünü karıştırdın oğlum iyice.”
Tahir, bir an duraksayıp cevap verdi.

“Osman babam bile anladı, ha bu kadın anlamadı!”

Tahir ilk defa Saniye hanım için anne değil de, bu kadın, sözünü kullanmıştı. Bu durum Kalelilerin de beklediği bir şey olmayınca herkes buz kesti. Tahir hızla kapıya doğru yönelince Fatih arkasından seslendi.
“Abi! Nereye?”
“Ali’ye gidiyorum ben!”
“Yangaz! Hayde!”
Fatih, Murat’a seslenip abisinin ardından devam etti. Tahir ise kapıyı açar açmaz Ali’nin arabasının konağın bahçesine girdiğini görünce duraksadı. Araba durur durmaz, sağ kapısından inen Yiğit babasının omzuna atladı.
“Baba!”
“Aslanım!”
Tahir, oğlunu kucağına alana kadar içine sığdıramadığı nefesi derince çektikten sonra Ali’yle göz göze geldi.
“Ali! Hadi ben deli, bunlar Kaleli! Sana ne oluyor abi!”

Ali, Yiğit’i göstererek kaş-göz yapınca Tahir daha fazla sesini yükseltemedi. Yiğit’i içeriye gidip, eşyalarını toplamasını söyledi. Mustafa’ya yapamadığını Ali’ye yapıp üzerine yapıştı.

Zarif Sevda : Nefes İle TahirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin