İnançlar sarsılırsa sevgi yok olur.
*
^ Zuhal Olcay - Pervane
*
Hiç umutsuz insan var mıydı? Bu soruyu çok düşünürdüm eskiden. Bana göre umut çok az olsa da illa ki vardı. Umudu olmayan nasıl yaşardı ki sahi? Ben hep umut etmiştim mesela. Umudumun kalmadığını söylerken bile günün birinde güzel şeylere rastlayacağıma inanıyordum. Sonunda rastlamıştım da gerçi. Artık ben, kocaman bir ailesi olan İdil'dim. Bu da aklıma tek bir cümleyi getiriyordu. Gerçekten de sabrın sonu selametti.
Eylülün ilk günlerindeydik. Zaman öyle hızlı geçiyordu ki anlamak mümkün değildi. Artık Toprak ile tanışalı dokuz ayı geçmişti. Hayatım dokuz aydır hiç olmadığı kadar garip ve iyi gidiyordu. Bazen bunun bozulmasından deli gibi korkarken buluyordum kendimi. Sonra aklıma Toprak'ın sözleri geliyordu. Önemli olan sahip olduğumuz anı dolu dolu geçirmek, diyerek yoluma bakıyordum ben de. Öyle veya böyle, düşe kalka da olsa ilerliyordum işte.
Dalgın gözlerim gökyüzündeydi. Evimin balkonuna geçmiş, dışarıyı seyrediyordum. Müge'nin sallanan sandalyesini kapmıştım. Neyse ki o hülyalı halleriyle Eymen ile mesajlaştığından bunun farkına varmamıştı. Ege biraz önce peşimden gelerek kucağıma kıvrılmıştı. Bana sarılarak sandalyeyi her salladığımda dudağından keyifli mırıltılar çıkarması benim de hoşuma gidiyordu. Ben hep zamanın hızlı geçmesini isteyen biriydim ama ilk defa yavaş geçsin istiyordum çünkü her geçen gün beni kardeşimle vedalaşmaya yaklaştırıyordu. Bunu istemiyordum. Hakkım olduğunu bilsem hiç tereddüt etmeden ona sonsuza kadar bakabileceğimi söylerdim ama annesi vardı onun. Benimki gibi değildi hem de. Sürekli oğlunu arayan, soran, ilgili bir anneydi. En azından bu açıdan kardeşim için sevinsem de bir yanım yine de üzgündü. İnsanı alışkanlıklarından koparmak kolay olmuyordu.
"Güzel bir gece." Duyduğum sesle gözlerimi etrafta gezdirdiğimde Toprak'ı yan balkonda otururken gördüm. Güldü bu halime. Parmaklarım kardeşimin saçlarındayken üstünden kayan pikeyi düzelttim. Eylülün serinliği hissediliyordu.
"Evet," dedim. "Gerçekten öyle."
"Düşüncelisin." Mırıltısını işittiğimde uyuklayan kardeşimi rahatsız etmeden kıpırdandım.
"Sen benden daha düşüncelisin."
"Evet," dedi. Onu yarım yamalak da olsa görüyordum ve anlaşılan gülümsüyordu. "Yarın işteki ilk günüm, biliyorsun."
"Oldukça heyecanlı olmalısın."
Duyduğu cümleyle kıkırdadı. Sesindeki ilahi ton içimi huzura erdirirken "Heyecandan kendimi buraya zor attım." dedi. Kısık sesle konuşmasından anladığım kadarıyla annesi ve babası uyumuştu. "Yıllardır hayalini kurduğum yerde olmak... Garip bir duygu."
"Öyle olmalı," dedim. Haftaya ilkokullar açılacaktı ve diğer hafta da bizim derslerimiz başlayacaktı. Artık üçüncü sınıf öğrencisi olacaktım ve ben de istediğim mesleğe bir adım daha yaklaşacaktım. Bu beni şimdiden sarsarken Toprak'ı düşünemiyordum bile. "Fakat başaracağına adım kadar eminim."
"Bana güvenmen iyi geliyor." dedi. "En azından içimdeki koca yangına bir kova su serpiliyor."
Güldüm. "Bu, o alevleri söndürmeye yetmez ki."
"Sen hiç İbrahim peygamberin kıssasını duymadın mı?" diye sordu. Başımı iki yana salladım.
"Hayır, ne ki?"
Şaşırdığını hissettim. Lisede din derslerini uyuyarak geçiren biriydim ben. Bu nedenle ilahi şeylerle aramda ister istemez bir mesafe vardı. "İbrahim peygamber bir ateşe atılmış," diye konuştu Toprak. "Büyük, kocaman bir ateşmiş bu. Kimse söndüremezmiş." Bir süre sustu. "Fakat bir karınca ona durdurak bilmeden, küçücük cüssesine aldırmadan su taşıyormuş." Gülümsedim. Onun da gülümsediğini hissettim. "Sormuşlar karıncaya: Neden boşuna uğraşıyorsun, senin taşıdığın küçücük su ne yapabilir ki bu kocaman ateşe?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkinci Tekil
Teen Fictionİdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonraki hayatında da bu terk edilmişlik onun hayata bakış açısını değiştirmişti. On dokuz yaşına geldiğinde İdil hala hayata karşı sert bariyerl...