Neyi çok istersen onu kaybedersin.
*
^ Sertap Erener - Olsun
*
Bir keresinde, bir yerde, hayatın hiçbir şeyi yarım bırakmadığını okumuştum. Başımıza ne gelirse gelsin, bazı şeylerden ve insanlardan ne kadar kaçarsak kaçalım günün birinde yollarımız yeniden kaçtıklarımızla bir şekilde kesişiyordu. Öyle veya böyle kendimizi bir defa saplandığımız bataklıkta yeniden bulabiliyorduk yani. Bu, kaderin ördüğü ağların emaresiydi. Zira genel tanım en doğrusuydu: Hayat biz planlar yaparken başımızdan geçenlerden ibaretti.
Yeşil gözlerim karşımdaki bedenlerde gezinirken tüm bedenim zangır zangıe titriyordu. Hemen arkamda duran Toprak'tan da ses çıkmaması, onları tanımasa da halimden kim olduklarını anladığının göstergesiydi. Annemle kesişti gözlerim bir anda. O da bana bakıyordu. Gözlerinde her şey vardı doğrusu. Sevgi, acı, özlem, hırs, kibir... Ona bakmaktan itinayla sakınarak dolan gözlerimi bu defa hemen yanında duran adama çevirdim: babama.
Kucağında bir çocuk, bana bakıyordu. Fotoğraflarda göründüğü gibi değildi. O kendinden emin duruşu yoktu artık. Daha çok eskiye dönmenin verdiği bir karmaşıklık vardı bakışlarında. Ben, olduğum yerde kalakalmışken "Kim gelmiş İdil?" diyerek yanımıza gelen Müge'nin tatlı sesini işittim yarım yamalak. Az önce yüzümde doğan gülümseme çoktan ölmüştü bile. Son defa, fotoğraflarına bakmak istemediğim çocuğa döndüm.
Babasına benziyordu. Daha doğrusu babamıza. Ben daha çok annesine çekenlerdendim ve babaanneme göre güzelliğimi de ondan alacaktım. Fakat öyle değildi. İkisini seneler sonra yan yana, hemen karşımda görmek beynimde uyuyan o kadar çok şeytanı uyandırmıştı ki içsel dünyamdaki gürültü algı mekanizmamı çökertiyordu.
Müge annemin fotoğrafını gördüğü için tanımış olacak ki garip bir ses çıkardı. Ne yaptığını göremesem de her şaşırdığında yaptığı gibi elini ağzına kapattığını tahmin edebiliyordum. Bense gözlerimi dikmiş onları izlemeyi sürdürüyordum. Omzumda bir el hissettiğimde bunun Toprak'a ait olduğunu ona bakmadan anlamıştım. "İdil," dedi fısıltıyla. "Kendine gel."
Sanki bunu bekliyormuş gibi birden gözlerimi kırpıştırdım ve gerçek aleme döndüm. "İdil," dedi babam çatallı bir sesle. Galiba benim yıllar önce bıraktığı kızı olmamı kanıksamakta güçlük çekiyordu. Annem "Konuşabilir miyiz?" diye sorduğunda yavaşça arkama baktım. Toprak başını aşağı yukarı sallayarak gözlerime güven verircesine baktığında bilinçsizce geri çekildim. Bir robot gibi hareket ediyordum bu anlarda.
İçeri geçtiğimizde herkes sustu. Gözler sırayla üstümüze çevrilirken Eymen ve Barış onlara yer vererek koltuktan kalktı. Savaş da ayaklanmıştı. Annem gözlerini şaşkınca etrafta gezdirdi birkaç saniye. Belki de kimsesizliğe terk ettiği kızının bu kadar kalabalık bir aileye sahip olmasıydı onu şaşırtan. Tanrı bilirdi.
"Ne," dedim zorlukla. "N-ne işiniz var burada?"
"İdil," dedi annem. "Kızım ben... Dün seni gördüğümde..." Devam edemedi. Bekledim. Bana kendisini açıklaması için ona zaman verdim. Açıkçası bunu biraz da kendim için yapmıştım çünkü ne diyeceğimi ve nasıl davranacağımı ben de bilmiyordum. Derin bir nefes aldı. "İzini bulmak için uğraştım tüm gün. Sonra bilmesi gerektiğini düşünerek babana haber verdim."
Herkes sustu. Anlamışlardı onların kim olduğunu. Bakışlarım babama ve kucağında merakla etrafı izleyen çocuğa kaydı bir kez daha. Çocuk ile göz göze geldiğimizde kaşlarımı çatarak babasına döndüm. "Hadi o bu şehirdeydi ve geldi, ya senin ne işin var burada?" diye sordum. Ağlamamak için dişlerimi sıkıyordum. Birden, bir el kenetlendi cansızca iki yanımdan sarkan ellerimden birine. Öyle bir andaydım ki sağ elim miydi sol elim miydi ayrım yapamıyordum. Başımı çeviridğimde Toprak'ı gördüm. Bana şefkatle bakan gözlerinden cesaret alarak çenemi dikleştirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkinci Tekil
Novela Juvenilİdil, çok küçük yaşta ailesi tarafından terk edilmiş bir kızdı. Verildiği yurtta da, yurttan ayrıldıktan sonraki hayatında da bu terk edilmişlik onun hayata bakış açısını değiştirmişti. On dokuz yaşına geldiğinde İdil hala hayata karşı sert bariyerl...