"Küçükken annemle hep buraya gelirdik." Diye söze başladı Özgür.
Yarım saatlik bir yolculuğuna ardından tüm şehrin ayaklarımızın altına serildiği bir tepeye çıkmıştık. Kurdelalar ile süslenmiş büyük bir ağaç ve altında oturduğumuz bank vardı. Bir de Özgür'ün kucağındaki şarap şişesi...
"Neredeyse her gün buraya gelir ve bir kurdela bağlardık bu ağaca. Gözleri için. Gözlerinden kesmediği umudu için." Sözleriyle birlikte gözlerim ağaca kaydı. Belki üç yüz, belki dört yüz, belki daha fazla... "Bana derdi ki, asıl güzelliği görmeyenler bilir. Seni hiç görmesem de çok yakışıklı bir oğlan olduğunu biliyorum, derdi. Çünkü onun elini tutuşumdaki sıcaklığı, üzerine düşen bakışlarımın yoğunluğunu, sıska bedenine doladığım kollarımın sıkılığını, onu öptüğümde yanağına değen nefesimin sıcaklığını bilirmiş. Zihnine beni bu ayrıntılarımla çizermiş. Ve gözlerini kapattığında ona hissettirdiğim duygular belirirmiş zihninde." Şarap şişesini kafasına dikti ve gözlerini, beliren yaş tanelerini öldürmek ister gibi sıktı. Şişeyi indirdi ancak gözlerini açmadı.
"Ve ben gözlerimi yumduğumda senin beyaz saçlarını, iki ayrı gezegenin yuvası olan gözlerini, yumuşak dudaklarını değil: elimi ilk tuttuğun anı, seni ağlarken gördüğüm ilk anı, seni öptüğüm ilk anı hatırlıyorum. Bana hissettirdiğin o yoğun duygular dans ediyor gözümün önünde. Sana sarıldığımda, seni öptüğümde, kokunu içime çektiğimde içimde açan o güneş oluyorsun sen. Ve... Sen çok güzelsin, Erva." Son sözleriyle kısılan sesi kalbime işledi adeta. İlk defa, gerçekten, güzel olduğumu hissettim. Değerli olduğumu, sevildiğimi, önemsendiğimi ilk defa bu kadar net hissettim. Yanağımdaki sıcak yaşlara gizli sevgiyi hissettim.
Gözlerini açtı ve onun deyimiyle iki farklı gezegenin yuvası olan gözlerime baktı. "Bana güzelliğin gerçek tanımını öğreten mükemmel bir anneye sahip oldum. Aynı zamanda terk edilmenin gerçek anlamını tüm çirkinliğiyle öğreten bir babaya ve aptallığın nasıl somutlaştığını gösteren bir kardeşe sahip oldum." Şarap şişesini kenara bıraktı ve bedenini bana çevirdi. "Şimdi; mutluluğuyla, mutsuzluğuyla, heyecanıyla, üzüntüsüyle, kahkahasıyla, göz yaşıyla bana yaşamayı öğretecek birine, sana sahip olmak istiyorum. Uyandığımda yanımdaki sıcaklığını, her an sarılabilmenin yakınlığını, her an öpebilme özgürlüğünü ve her an kokunu içime çekip sesini duyabilme lüksünü garantilemek istiyorum." Dedi pantolonun cebinden çıkarttığı mavi, kadife kutuyla birlikte. "Kısaca artık günah olmadığının rahatlığıyla seninle sevişmeyi ve küçük beyaz saçlı cadılar yapmayı istiyorum."
Kutuyu açtı ve kocaman beş taşın parıltısı gözüme ilişti. Başımı deli gibi sallayarak elimi uzattım ve, "Ben de istiyorum!" dedim neredeyse çığlık atarak.
Kusursuz bir gülümseme eşliğinde beş taşı parmağıma geçirdi. Elimi bırakmadan beni banktan kaldırdı ve iğrenç bir sesle mırıldanmaya başladı. "Dualar eder insan... mutlu bir ömür için." Belimden tuttu ve salınmaya başladı. "Sen varsan her yer huzur, huzurla yanar içim. Çok şükür bin şükür..." Kahkahalarım şiddetlenirken kafasına bir şaplak indirip susmasını sağladım.
"Boş yapma da gidip şu küçük beyaz saçlı cadıları yapalım." Dediğimde reverans yaparak önümde eğildi.
"Bir ömür hizmetinizdeyim, Leydim."
🦑🦑🦑🦑Çoook çoook özüt diliyorum. Büyük bir aksilik yaşadım. Tabiri caizse içim yanıyor. Telefonumun ekranı kırıldı ve şuan yarı görmeyerek yazıyorum açıklamayı. Aslında bölüm daha uzun olacaktı ancak bu şartlar altında devam edemedim. Bu yüzden final üç parta bölünecek. Tüm aksilikler Hayalet'e başlama anımı buluyor sanki. Eve döndüğümde farklı yerden ya,acağım son partı ve söz veriyorum upuzum bir bölüm olacak. Yeniden özür dileyip kör olmamak için gidiyorum. Sizi çok seviyorum ve öpüyorum. Bu şartlara rağmen oy ve yorumlarınızı bekliyorum ;).
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UCUBE | Texting
Short StoryÖzgür'e mesaj atmıştım. Öylece. Birden. Gecenin bir vaktinde. Ve bu korkunç hatayı düzeltmemek için telefonumu kapatmış odanın uzak bir köşesine fırlatarak başımı geri yastığa koymuştum. İroni bu ya, yaptığım bu korkunç hata beni birkaç dakika içind...