🦑48🦑

9.2K 466 62
                                    

İki gün. Tam iki gün onsuzdum. Ne yüzünü görmüş ne de sesini duymuştum. Kalbimdeki acıyla kavrulmuş, gözümdeki yaşlarla kurumuştum. Her şeyden önce susmuştum. Kendime küsmek mümkünse eğer, tam olarak bunu yapmıştım. İki gün boyunca odamdan çıkmamış, yaşam fonksiyonlarımın devamı için yalnızca suyu seçmiştim. Kaybolmuş gibi hissediyordum kendimi. Kendi içimde bir sorgu başlatıyor, nedenlerin arasında yok oluyordum.

Oysa hiçbir şey beklememiştim bu hayattan. Pahalı aksesuarlar, marka bir araba ya da ne istemem gerekiyorsa işte... Yalnızca Özgür'ü istemiştim. Ve bu isteğim kalbime bir tekme olarak geri dönmüştü. Yaşadığım birkaç günlük mutluluk aptallığımla alay edercesine alınmıştı elimden. Onu kaybetmiştim. Ve şimdi yüzleşme zamanıydı.

Bahçe kapısından girdiğim ilk an hissetmiştim üzerimdeki bakışlarını. Karşılık vermemek için dirensem de göz ucuyla Asrın ve Arin ile oturduğu banka baktım. Anında göz göze gelince başımı çevirip adımlarımı hızlandırdım.

Bir anda önüme çıkan sıska beden ile duraksadım. Okul başkanı seçilen kız tam önümde durmuş beni izliyordu. Kısa boylu olduğu için ona başımı eğerek bakmak durumunda kalıyordum ancak kestane rengi parlak saçları ve kocaman gözleri bu kusuru bir kenarı itip güzelliğini vurguluyordu. Çekingen bir tavırla ince dudaklarını yaladı ve nazik bir sesle konuşmaya başladı.

"Merhaba, ben yeni okul başkanı Eda," diyerek elini uzattığında sabır dilercesine derin bir nefes aldım. Bu konuşmayı burada yapmak zorunda mıydık? Kaba olmamak için çabalayarak uzattığı elini sıktım.

"Erva," dediğimde başını hevesle salladı.

"Biliyorum, şey... aslında ben senden bir ricada bulunmak istiyorum. Dokuzuncu sınıfta ses eğitimi için müzik dersini seçen öğrenci listesinde ismini gördüm ve acaba iki hafta sonra yapılacak bahar şenliği için destek olup olmayacağını bilmek istiyorum?"

Lanet bahar şenliğine girsin!

"Bak, bu teklifin için teşekkür ederim ancak bahar şenliğinin kalabalık olmasını istiyorsan ben yanlış bir seçenek olurum."

"Hayır! Aksine, asıl sen olursan kalabalık olur. Bir düşünsene, bir ara köşe bucak saklanan Ucube'nin değişimini en canlı şekilde izleyebilecekler!"

Lanet bu patavatsız kıza girsin. Belki birkaç laf sokabilirdim. Belki de sadece saçlarına yapışıp kafasını yere çarpmalıydım. Ancak Özgür'ün önündeyken sinirlerime hakim olmam gerekiyordu. Asıl beni sinir eden onun önünde, gözleri üzerimdeyken bu konuşmayı yapmak olsa da...

"Çekil önümden!" Sert sözlerim ile kız şaşaladı. Ardından sendelemeyle geri çekilme arası bir adım attığında onu omzundan iterek hızla okul binasına girdim.

Sınıfa girdiğim sırada telefonum cebimde titremeye başladı. Ekrana baktığımda arayanın babam olduğunu gördüm. Bir süre şaşkınlık içinde ekrana baksam da kapanmaması için hızla cevapladım.

Ben bir şey diyemeden söze girdi. "Sabahtan Batur Bey'in oğlu Baran buraya gelecek. Bir kaç günlük işi varmış. Öğle arasında senin yanına gelecek, ona şehri tanıtmanın hoşuna gideceğini söyledi." Sesinden reddetme seçeneğimin olmadığını anlamıştım. Ve onunla tartışacak gücü kendimde bulmuyordum. En iyisi derdimi, yorgun olduğumu, Baran denen çocuğa söylemekti.

"Peki," dediğimde başka bir şey demeden aramayı sonlandırdı.
🦑🦑🦑

Öğle arasına girmiştik ve açlıktan başım ağrıyordu. Baran'ı beklerken bir şeyler atıştırabilmeyi umarak yemekhaneye indim. Ballı kremalı büsküvi ile çay alıp masalardan birine oturduğumda kayıtlı olmayan numaradan gelen mesajı gördüm.

'Ben Baran. Okulun önündeyim.'

Kısa mesajından kendisiyle alakalı bir şey çıkaramamıştım. O yüzden beklemeden cevap yazdım.

'Rica etsem birkaç dakika için yemekhaneye gelebilir misin?'

Hiç bir güç beni aldıklarımı bitirmeden bu sandalyeden kaldıramazdı. Memnuniyetle çayımdan bir yudum daha alıp bisküvilerden birini ağzıma attım. Bir beş dakika kadar sonra yemekhanenin kapısından yirmili yaşlarında takım elbiseli bir adam girdi. Vay canına. Bunu... beklemiyordum. Lanet, takım elbiseli jilet gibi bir adamı okulun koridorlarında dolaştırıp yemekhaneye sokan bana girsin. Bakışlarını masalarda dolaştırdığını görünce elimi kaldırdım ve beni gördüğünde gelmesini işaret ettim.

Kusursuz bir gülümseme eşliğinde karşıma otururken elini uzattı. Saçları düzgün bir şekilde taranmış ve geriye yatırılmıştı. Üzerinden yayılan parfüm kokusu kötü değildi ancak yoğunluğu hafiften rahatsız ediyordu. Cildi kirli sakalı dışında kusursuzdu. Kahverengi gözlerinde samimi bir sıcaklık vardı. Merhabalaşarak elini sıktım ve bir çay isteyip istemediğini sordum. Teşekkür edince üstelemedim.

"Eee, buradaki işin ne?" Fazla mı kaba olmuştu? Umurumda değil.

Patavatsızlığımı espri olarak algılamış gibi gülerek "Babamın şirketiyle alakalı birşey, sıkıcı bir konu bu." Dedi. Ses tonu genizden gelir gibiydi. Ama görüntüsüyle zıtlık oluşturmuyordu.

"Peki öyleyse," diye mırıldanıp bir süre düşündüm. Ardından diğer soruya geçtim. "Kaç yaşındasın?"

"21." Tahminim neredeyse doğruydu.

"İstanbul'da yaşıyordun değil mi?"

"Evet," dedi başını sallayarak ve geriye yaslandı. "Orada ne iş yapıyorsun?"

"Oradaki şirketle ilgileniyorum," dediğinde başımı salladım.

"Bu gün ne yapmak istiyorsun peki?"

"Aslında sakin bir yerlerde bir şeyler yemek iyi olurdu."

"Güzel bir tercih," diyerek gülümsedim. Çayımı bir dikişte bitirip büsküvi paketini aldım ve ayaklandım. "Gidelim mi artık?" Dediğimde başını salladı. Çantamı da alıp çıkmak üzere arkamı döndüğüm an donup kaldım.

Özgür hızlı adımlarla bize doğru geliyordu.

🦑🦑🦑🦑

Bölümü böyle tam beynim durmuşken yazdım aslında. Nedense bana birşeyler eksik gibi geldi. Eğer sizde öyle geldiyse, bir sonraki bölüm için aklımda çok bomba olaylar var. Bu şekilde telafi edeceğimi düşünüyorum. Belki yarın aklım başıma gelince bölümü yeniden düzenlerim. Sadece bu gün verdiğim sözü tutabilmek adına attım bu bölümü. Neyse çok konuştum, öptüm hepinizi😘😘

UCUBE | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin