🦑45🦑

10.1K 502 78
                                    

Yemek masasının bir başında oturmuş babamı bekliyordum. Bu gün iş seyahatinden dönecekti. Aslında iki hafta sonra bu anı yaşamalıydım ancak yeraltında çıkan yangın sandığımdan daha ciddiydi. Yaklaşık elli ceset çıkarılmıştı artık harabe olan o yerden. Ve babamın yasal olmayan yollarla işlettiği bu yer ifşa olmuştu. Nasıl kurtulacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Belki de kurtulmuştu, iş hakkında neredeyse hiç konuşmazdı benimle. Her ne kadar iş için beni pazarlamayı düşünse de...

Henüz reşit olmama iki ay vardı. Ve birkaç kez babamın benimle ilgili olan telefon görüşmelerine kulak misafiri olmuştum. Birkaç kez iş görüşmesi için eve gelen Batur Pala ile olan görüşmelerdi bunlar. Oğlu Baran ile aynı cümle içinde kullanıldığım bir görüşme.

Muhtemelen beni derin bir sorgu bekliyor olacaktı. Salih o yangın gecesi hakkındaki her şeyi babama anlatmış olmalıydı. Ertesi günü Özgür'le döndüğümü söylemediklerini ummak bile saçmalıktı. Nedense bu gün tebeşirli suya garip bir tebessüm duyar olmuştum.

Derin bir nefes alıp parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Tam o sırada yemek salonunun kapısı açıldı ve babamın ağır parfüm kokusu burnuma geldi. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zorlarken Özgür'ün kokusunu ne kadar özlediğimi fark ettim.

Ayağı kalkmadım ya da kafamı çevirip bakmadım. Ta ki o karşımdaki sandalyeye oturana kadar hareket etmedim. Gözlerim soğuk bakışlarının içine düştüğünde gerildim.

"Yangının olduğu gece gelmeni bekliyordum," dediğimde suyundan birkaç yudum alarak sorumu beklettim.

"Uygun bilet bulamadım."

Başımı sallayarak tabağımdaki brokoliyi dürtükledim. Ardından küçük bir ağaç parçasını ağzıma attım.

"O gece neredeydin?" Salata tabağına uzanarak sorduğu soruyla ona döndüm. Fazla rahat görünüyordu. Kaşları merakla çatılmamış doğruyu söylemem için bakışlarıyla beni korkutmaya çalışmamıştı. Çünkü nerede olduğumu biliyordum.

"Salih'in yanından tuvalet için ayrılmıştım. Tam o koridorda çıkmıştı sanırım yangın. Geri dönemeyince yardım istedim. Ancak şansıma okuldan tanıdığım biri beni kurtarırken baygınmışım. Hastaneden sonra beni nereye götüreceğini bilemediği için evine götür-"

"Şehirdeki hiç bir hastanede o geceye dair bir kaydın yok." Diyerek lafımı böldüğünde donup kaldım. Aptal! Hastaneyi ne diye karıştırdım, aptal ben!

"Muhtemelen yoğunluktan dolayı bir yanl-"

"Bana sakın yalan söylemeye kalkışma!" Diyerek bardağını masaya vurdu. Elinde parçalanan bardağın gürültüsüyle irkildim, korkudan dolan gözlerime lanet ederek doğruldum.

"Şu şansına tanıdığın çocuğun adı Özgür'dü değil mi?" Korkunç bir sakinlikle sorduğu soruyla kaskatı kesildim. Bakışlarımı gözlerine diktim ve aklında dolaşan ölüm oyunlarını çözmeye çalıştım. Ancak aynı sakinlik gözlerine de yer etmişti. Görünür şey koca bir boşluktu.

"Evet, Özgür." Dedim olabildiğince umursamaz olmaya çalışarak.

Başını salladı ve bir brokoliyi daha ağzına tıkarak hızlı hızlı çiğnedi.

"Aynı zamanda yeraltında dövüşüyor," dedi sorar gibi.

Başımı tabağıma eğip aynı umursamazlıkla, "Dikkat etmedim," diye cevap verdim.

Çatalını masaya bıraktı ve derin bir nefes alıp çenesini masanın üzerinde birleştirdiği ellerine yasladı. Zorlatıcı bakışlarındaki sertlik ve alnında beliren damar beni neyin beklediğini anlatır nitelikteydi.

"Bak, sadece şunu bilmeni istiyorum İzel. İznim dışında birileriyle kurduğun o aptalca bağlar hakkında ne düşündüğümü biliyorsun. Aynı şeylerin o şans eseri çocukla kurulması onun için iyi olmaz. Aksi halde çıkacak başka bir yangında seni kurtarmak için gelecek herhangi bir tanıdık diye birisi olmaz. Anlıyor musun?" Cevap vermeyince başını sallayarak devam etti. "Benden gizli bir şey yapacağını zannetmen büyük aptallık. Aldığın her bir nefesten haberim var, kızım. Attığın her adımdan, konuştuğun her bir kelimeden..."

Gözlerim dolan yaşlar ile başımı tabağıma eğdim yeniden. Çatalım gücü kalmayan elimden kayıp masaya çarparken başımı salladım. Bir yaş tanesi fazla pişmiş bir brokolinin üzerine düştüğünde daha fazla dayanamayacağımı anlayıp sandalyemi geri ittim. Hiç bir şey söylemeden masadan kalkıp yemek salonundan çıkarken çoktan yanaklarım ıslanmıştı.

Odamın kapısını ardımdan kapadım ve yatağıma çökmekle düşmek arası bir şekilde oturdum.

Kocaman bir aptaldım. Ona mesaj atarken, karşısına çıkarken, ona sarılırken, onun yanı başında uyurken, kokusunu içime çekerken kocaman bir aptaldım. Annemin nefes alamadığı bu evde aşık olabileceğimi zannetmiştim. Yaşamak bile zorken, Özgür'le yaşayabileceğimi zannetmiştim. Umutlanmıştım. Mutlu günlerin tohumunu ekmiştim kalbime. Güneşin açmadığı o gökyüzüne, suyun düşmediği o kurak iklime bir yaz çiçeği tohumunu ekmiştim. Ve şimdi ölümünü seyrediyordum.

Hıçkırıklarım boğazımdan isyan eder gibi kopuyor, yanaklarım gözyaşlarımla yanıyordu. Terden alnıma yapışan saçlarımı elimle geriye ittiğim sırada yatağımın diğer ucundaki telefonum titreşmeye başladı. Başımı çevirip baktığımda ekranda Özgür'ün otuz iki diş güldüğü bir fotoğrafının parladığını gördüm. Ağlamam şiddetlenirken öylece bekleyip fotoğrafını izledim. Ekran karardı ve birkaç saniye sonra Özgür yeniden parladı. Ben açmadan durmayacaktı. Gözyaşlarımı silip toparlanmak için birkaç saniye tanıdım kendime. Bu sırada arama bitmiş, telefon yeniden titremeye başlamıştı. Sonunda telefonu elime aldım ve derin bir nefes alarak telefonu açtım.

"Neden geç açıyorsun şu telefonu?" Diye soluduğunda kaşlarım çatıldı. Arkada araba motorunun sesi gürlüyordu.

"Duştaydım," diye geçiştirdim. "Nereye gidiyorsun?"

"Yanına geliyordum?"

"Neden?"

"Neden açmadığını öğrenmek için," dediğinde kalbim aynı anda hem ısınıp hem acıdı. Gözlerim yeniden dolma başladı ve yatağımın dibine çöküp iki büklüm oldum.

"Özgür." Titreyen sesim ile hattın diğer ucundaki duraksamayı fark ettim.

"Duşta değildin." Ses tonu değişmiş arabanın motoru yeniden çalışmıştı. "Ne oldu, Erva?"

"Konuşmamız gerek," sesim fısıltıdan farksızdı.

Sustu. Bir süre sadece araba motorunun sesini dinledim. Ardından derin bir nefes aldığını duydum.

"Ne olduğunu anlatmayacak mısın?" Sesi ağırlaşmış, yorgunlaşmıştı. Sanki bir anda dünyanın yükü sırtına binmişti.

"Şimdi değil, yarın."

"Oraya geliyorum."

"Hayır, gelmiyorsun."

"Geliyorum ve seninle şimdi konuşacağım." Sesindeki kararlılık içimdeki korkuyu zirveye taşırken gerginlikle saçlarımı yolarcasına geriye attım.

"Geldiğinde konuşacağın tek şey korumalar olacak. Eve dön Özgür."

"O zaman sen gel." Sesindeki yalvaran ton dayanabileceğim son nokta olmuştu.

"Ancak gece gelebilirim."

"Bekliyor olacağım."

"Özgür?" Dedim tam kapatacağı sırada.

"Hımm?"

"Seni seviyorum." Duraksadı. Bir süre sustu. Sadece nefes aldı. Ardından sert bir nefes verir gibi güldü. Ve o sihri bir yerine kaçan sözcüğü söyledi.

"Güzel."

🦑🦑🦑

Aslında bu uzun bölümü dün yayınlamış olmam gerekiyordu. Ancak wattpadden bölümü kaydetmen çıkan süper zeki bir akıla sahibim. Öyle ki bu süper zeki aklım yüzünden 800 kelime öylece yok olup gitti. O yüzden bu gin içim yana yana aynı şeyleri yeniden yazdım. Affedin bu biçare çocuğu. Sizi çook öpüp, görüşürüz diyorum😘😘. Oy verip bölümü yorumlamayı unutmayın😇.

UCUBE | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin