Korkaklık edenler, her daim kaybederler.
Cesaret, herkesin himayesi altında bulundurması gereken bir olguydu. Aşk cesaret isterdi ve bazen cesaret edenin bile buna yüreği yetmezdi. Tanrı bazen size izin verirdi ve bazen de sizi sizden kopararak alırdı.
Günler geçiyor, listelerdeki yükseliş başımızı döndürüyordu. Tek tek çıkarttığımız parçalar, aşkla ilgili deneyimlerimizi, isteklerimizi ve karşılaştıklarımızı anlatıyordu. Kore halkının bizi sevmesinin en büyük nedeni de buydu; herkesin aşk deneyimlerinin bir kesitini alarak satırlar arasına serpiştiriyorduk. Biz, kavşağımızdaydık ve onlarda bizim arkamızdan geliyorlardı.
Sahneden indikten sonra deniz bir nefes aldım ve personelin bana uzattığı ılık suyu yudumlayarak içmiştim. Terlemiştim, Yonsei Üniversitesinin enerjisi çok güzeldi ve festivalde tanışmak istediğimiz onlarca sanatçı bulunuyordu. Red Velvet, Twice, Exo, Astro... Ve daha bir çok isim bugün bizimle Üniversite Festivalinde performans sergilemişti. Bu, dünyanın en güzel olaylarından bir tanesiydi.
Bir alış tufanı sahnenin arkasında koptuğunda, sahne şefimiz gülümseyerek, ''Tebrikler Blackpink! Çok iyi iş çıkarttınız.'' diyerek kendisi de bizi alkışladığında, saygıyla eğilerek teşekkürlerimizi sunduk. İki ayda iki geri dönüş gerçekleştirmiştik. Artık bir değil, beş şarkımız vardı ve buda özgüvenimizin artmasını sağlamıştı. Beş şarkı Üniversitede performans sergilemek için yeterli değildi fakat yaptığımız birkaç cover arayı kapatmaya yetmişti. Şans artık bizim yanımızdaydı.
''Tanrım, ayaklarım kopacak ama buna değdi.'' Rosé küçük bir kız çocuğu edasıyla zıplayarak sahnenin arkasında ilerlediğinde, onu gülümseyerek seyrettim. Hayalinin yolundaki adımları gün geçtikçe ilerliyordu ve o, mutluluktan bazı geceler uyuyamaz hale gelmişti. Bu, herkesten çok beni mutlu etti.
''Bir duş almam gerekiyor.'' diyerek Blackpink yazan kulise girdim ve bizim için hazırlanan dört kabinli banyoya doğru yöneldim. Saatlerdir sahnedeydik ve saç diplerim yağlanmıştı, iyi ve uzun bir duş olmak bana çok iyi gelecekti.
Duşa girdikten sonra soğuk duyu açarak kendime gelmeye çalıştım. Kaslarımın gerginliği saniyeler içerisinde azaldı ve kendimi tamamen temiz hissettiğimde de banyodan çıktım. Önce saçlarımı taradım, yüzümdeki kalan makyajı temizledim ve temiz kıyafetlerimi giyerek kurutma makinasına doğru ilerledim.
Hiçbirimiz kusursuz değildik fakat elimizden gelenin en iyisini yaparak şirketimizin bize verdiği bu şansın boş yere olmadığını kanıtlamaya çalışıyorduk. Kendimizi daha da geliştirmek ve hayran bakışlarla izlediğimiz sanatçıların yanındaki yerimizi almak en büyük hayalimizdi.
Banyodan en son ben çıktığımda, kenardaki kirli poşetime çıkarttığım kıyafetleri yerleştirdim. Altımda siyah bir eşofman, üzerimde de askılı beyaz bir tişört vardı. Sahne kıyafetlerimden kurtulduğum için gerçekten çok mutluydum.
Makyaj masanın önünde oturan kızlara doğru dönüp, ''Hazır mısınız?'' diye sorduğumda, keşke soru sormadan önce onlara baksaydım diye düşündüm çünkü üçünün de yüzünde dehşet verici bir ifade vardı.
''Ne oldu?'' diye sordum telaşa kapılıp yanlarına doğru giderken ve o anda Rosé, belki de dakikalardır savaş verdiği gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı.
''Rosé,'' dedim titreyen sesimle ona yaklaşırken. ''Neler oluyor? Neden ağlıyorsun?''
Rosé saniyesinde kırmızıya dönen gözlerle bana bakarken, içimdeki ağrı yerini belli etmeye başlamıştı. Bir şeyler ters gidiyordu ve o, hüzünle omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya devam ederken kendimi kontrol edebileceğimi hiç sanmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
first lie | taennie
Fanfiction"Küçük bir kız çocuğu olduğumu biliyorum." Gözümden akan bir damla yaşı sildim ve burnumu çektim. "Ve kalbimin de ne kadar küçük olduğunu." Kafamı kaldırdığımda gözlerimin ona her baktığımda dolduğunu hissettim. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu...