On Ikinci Bölüm

143 18 46
                                    

 

Evettt bu bölüm tamamen Geçmişin Ayaz'ına dayanıyor.  Umarım aklımız da oluşan soru işaretleri az da olsa çözümlenir.

Size bir sır vereyim miii?

Diğer bölümde kız isteme merasimimiz var hazırlayın tuzlu kahveleri!

Keyifli okumalar 🍀


  Yürüdüğü kaldırımda, arkasından sürüklediği tekerlekli valizin çıkardığı sesten başka birşey düşünemiyordu. Tüm aklı ve algıları yalnızca o sese odaklanmıştı. Belki de kendisi öyle olsun istiyordu. Eğer bir şeye odaklanamaz ve aklını meşgul edemez ise,  düşünürdü. Bir düşünce mahkumu olup, boynuna en kalınından ipi dolayıp kendi zihninde intihar edebilirdi. Eğer düşünürse peşinden pişmanlık gelirdi. O pişmanlık ise arkasına bakmasına neden olurdu.

Oysa onun arkasına bakması demek, daha kundakta ki bir bebeğin ağıtlarını işitmesi demekti. Karartmıştı gözünü bu kez. Geri dönmesi söz konusu bile değildi. Sırtını dünyasına dönmüştü.

Havalimanının önüne geldiğinde son kez biletini kontrol etmek için elini cebine atarak biletini çıkardı. Biletin tırtıklı köşesine takılanı görmek amacı ile elini tekrar ceketinin cebine götürdüğünde avucunda yer edinen emzik, kızına aitti. Ondan ufakta olsa bir parçası yanında bulunsun istemişti. Bir anne, yalnızca kendi canından kanından olan yavrusuna ait ufacık emziği almıştı yanına. Birde, valizine tıkıştırdığı fotoğraf karesinden ibaretti kızı Güzide'ye ait olanlar.

Çok kısa bir zaman diliminde bu şehirden kilometrelerce, denizlerce hatta Ülkelerce uzak olacaktı. Belki uzun, belki kısa ama o gün geldiğinde kalbi özlem ile, gözünde ki yaşlar acı ile dolduğunda ondan kalan parçalara bakarsa, her baktığı yerde Güzide'ye ait izler görürse hayatına devam edemezdi.

Ve Dilay Ülgen, fani dünyada, fani bedeni ile en çok kendisini düşünen bir insandı. Onun o bencilliği, bir bebeğin annesiz büyümesine neden olacaktı. Annesiz ve eksik...

Yıllar, bir çok ruh çaldı ondan. Bir mum olup, her geçen gün eridi. Sönmesi an meseleydi. Bunu, tekleyen kalbinden anlıyordu. Eksikliğinden. Kronik kalp yetmezliğinden. Belki acıdan, belki özlemden, ama sonu belliydi. Dönen dünyada, kendisi vicdanını bıraktığı o evde kalmıştı. Kocasının ve ilk kızının olduğu evde.

Artık geri dönmek mümkün müydü? Trene binse, raylar küserdi. Bir vapura binseydi, denizin dalgaları sönerdi. Peki ya bir otobüse atlasaydı? Bu seferde karayolları dünya üzerinden silinirdi. Dilay Ülgen'in geri dönmesi, imkansızdı.

Denemişti. Zamanla eriyip biten yüreğine rağmen son demlerinde Güzide'ye ulaşmayı denemişti. Başaramadı. Genç bir kız, gelip buna mani olmuştu. O kız... Dilruba Gümüşoğlu'nun ta kendisiydi.

Kalbi, acılara gebe kalmış o kadını tanıdığına bin pişman olmuştu Dilay Ülgen. Diğer kızı, Azra'nın da hayatını karartmıştı.

O, katran karasıydı. Ve siyahlığı ile tüm kötülüklerini iki kızına da bulaştırmasına mani olmamıştı. En sonunda... En sonunda fani dünyada ki, fani yüreği bu acılara dayanamamıştı.

Daha kundaktayken arkasında bıraktığı kızını, dünyaya son kez gözlerini yummadan önce görememişti. Hani insanın içinde bir burukluk yer edinir, boğazında düğümlenen acılar olur. İşte o acının varlığı Güzide'ye aitti. Sanki hayatı boyunca yutkunamamış, acısı boğazını tıkamış gibiydi.

Sahi neden gitmişti? Hayalleri gerçekleştirmek için er yada geç bir bedel ödemek zorunda kalır insan. Dilay Ülgen ise, yanlış ve özlem dolu bedeli seçmişti. Her bir seçim, aslında bir vazgeçti. Ve o bir çok şeyden vazgeçmişti zamanla. En çokta up uzun olan o sarı saçlarından. Önce kısacık kestirdi. Ardından öyle bir siyaha boyattı ki, sanki kömür karasıydı. Bu kadın... Yüreğinde yer edinen siyahlığı saçlarında taşımıştı bir ömür.

Geçmişin Ayaz'ı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin