İyi bayramlar! 🌺
___Akşam yemeğine doğru şükür ki valizlerimi boşaltıp kıyafetlerimi de yerleştirmiştim. Yorgun hissediyordum ve buna rağmen gece yerimi yadırgayıp uykuyla savaş vereceğimi biliyordum. Lise hayatım boyunca yurtlarda sürünmüş biri olsam da yatağıma tam alışamadığımda uyumam çok güç oluyordu. Çok kere uykusuz bir şekilde derse gittiğim sabahlar olmuştu. Babam bunu bildiği için artık yurtta kalmamı istememiş, beni yeğenine emanet etmişti. Bu kocaman ev bir nevi benim de evimdi artık. En azından dört yıl boyunca.
Babamı aradığımda uçaktan inip eve geçmek üzere olduğunu söyledi. Klasik, 'Derslerine iyi çalış, Habil'in gözüne çok batma, eve çok geç gitme, arkadaşlarını iyi seç' öğütlerini sıralayan babama kısaca bir, "Tamam baba." cevabını verdikten sonra kapattım telefonu. O benim için bugüne kadar elinden geleni yapmıştı ve elbette babamın başını eğdirecek hiçbir davranışta bulunmamaya dikkat edecektim.
Tam akşam yemeği için aşağı inmek üzereydim ki telefonum çaldı. Dedem arıyordu. Ekrandaki yeşil bölgeyi kaydırıp aramayı cevapladığımda dedemin huysuz sesini duymayı beklemiyordum. En azından nasıl olduğumu sorar, babam gibi dikkatli olmam gerektiğini söyler sanıyordum.
"Dilber." diye çığırdı dedem. "Habil'in evinde misin?"
"Evet dede."
"Ah Turan ah! Hiç delikanlı bir adamın evine genç bir kız bırakılır mı? Hiç akıllanmayacak bu adam."
"Ne diyorsun dede?" diyerek gözlerimi devirdim. Dedem baştan beri karşıydı bu işe. Yani benim Habil'in evinde kalmama. Ona göre kuzen de olsalar aynı evde bekar karşı cinslerin kalması uygun bir durum değildi. Haklı olabilirdi belki ama babam sebebini anlayamadığım bir şekilde Habil'e o kadar çok güveniyordu ki, bana da bu güveni aşılamıştı ve hiç tanımadığım kuzenimin evinde kalmaya kolayca ikna olmuştum bile.
"Bana bak Dilber, evde giyimine kuşamına dikkat et." Dedemin söylediklerinden sonra üzerime rahat etmek için az önce giyindiğim şorta ve askılı tişörte baktım. "Tamam dede."
"Evde ayak altında fazla dolanıp da torunumun gözüne batma."
"Tamam dede."
"Saygılı ol. Şehirde yaşıyorum deyip de şımarma."
Ofladım. Yirmi yaşıma gelmiş ve şımarmamıştım ben. Bundan böyle de şımarmazdım herhalde.
"Oflama bana!"
"Dede ben yemeğe iniyorum. Söyleceğin başka bir şey yoksa iyi akşamlar sana." dedikten sonra dedemin cevabını bekledim. Ne demek istiyordu ki şimdi bu adam bana? Kuzenime, hele ki koskoca ağabeyim yaşındaki adama göz koyacak halim yoktu. Onun da benim için farklı şeyler düşünmeyeceğini biliyordum. Babam beni kendisine emanet etmişti sonuçta.
Dedem bir cevap vermeden kapattı telefonu. Ben de aceleyle dolaptaki boydan aynada görüntümü kontrol ettikten sonra aşağı indim. Üzerime daha usturuplu şeyler de giyebilirdim aslında ama hava sıcaktı. Merdivenleri hızlı adımlarla indikten sonra yemek odasında üzerindeki takım elbisenin ceketini çıkaran Habil'i bulunca, kapıda öylece dikilerek onu izlemeye başladım. Çıkardığı ceketi yemek masasının yanındaki sandalyelerden birine bırakan Habil, boynundaki kravatı gevşetti havalı bir hareketle. Ardından beyaz gömleğinin kol düğmelerini açarak iki kere katladı bilek kısımlarını.
Başını kaldırdığında göz göze geldik. "Otursana Dilber." dedi sandalyelerden birini oturmam için çekerek. Adam centilmendi yahu. Gülümseyerek gittim ve sandalyede yerimi aldım. Karşıma da Habil Esat oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARMANŞAH
Teen FictionHabil Esat HARMANŞAH Soyum, memlekette kök söktüren dedeme dayanıyor. Asilliğimi babamın damarlarında dolaşan Harmanşah kanından, gücümü annemin duruşundan alıyorum. Duruşum mert, bakışlarım keskin, ellerim ise nasırlı. Damarlarımda dolaşan kanın h...