Bazı zamanlar sadece oturup etrafı izlemeyi tercih ediyordum. Kuşların cıvıltıları, yaprakların hışırtısı, uzaktan gelen bir dalga sesi... Bazen sadece bunları dinliyor kafamda dönüp duran düşünceleri görmezlikten geliyordum.
Yüreğimde su serpilmeyi bekleyen sevdamı, mesleğim olmasına rağmen öğrencisiz kalan öğretmenliğimi, evim olmasına rağmen evsiz kalan yüreğimi...
İşte o zamanlardan biriydi. Bahçemizdeki küçük salıncakta oturmuş kafamdaki düşünceleri görmezden gelmeye çalışıyordum. Sevdiğim şeylere kafa yoruyor, kapıdan çıkıp gidecek olan adamı aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Yüreğimin içinde çırpınıp duran o küçük iki yeşil boncuğu 1 hafta göremeyecek olmanın hüznünü taşıyordu omuzlarım. Ezilip büzülüyor, derin bir nefes alıp da ayağa kalkamıyordum.
Bugün cumaydı, serin bir yaz günü olmasına rağmen ince bir tişört ve bol bir kapriyle üşümüyordum. Üşüsem bile buradan kalkamazdım, biraz sonra çıkıp gidecekti ve bir hafta yüzünü görmeyecektim. Üşümeme değerdi onun yeşil boncuklarını görmek.
Mavi demir kapının açılma sesini duyduğumda ayaklandım. Önce Ali elinde küçük bir valizle kapıdan çıktı, arkasından Ali'nin ve sevdamın annesi Mine Teyze kapıda göründü.
"Sende mi buradaydın tatlım? Size uğradık ama seni göremeyince evde yoksun sanmıştık." dedi narin sesiyle. Çiçekli, kısa kollu bir elbise vardı üstünde. Balık etli ve güzel fiziğine yakıştırıyordum elbiseleri. Kısa küt kahverengi saçları yuvarlak yüzünü çevreliyor, onu olduğundan şirin gösteriyordu.
Ufak bir tebessüm yolladım. Konuşmak için ağzımı açamıyordum. Boğazım kurumuş, dudaklarım birbirine yapışmış, avuç içlerim terlemiş ve saçım başım birbirine girmişken karşımda duran adam yüzünden ağzımı açamıyordum.
Giydiği su yeşili gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamış ve altına açık renk keten şort giymişti. Kumral saçları her zaman ki gibi dağınık ama bir o kadar da güzeldi. Gözleri gözlerimle buluştuğunda yutkunmak zorunda kaldım. Onun gözlerini her gördüğümde başka bir tonda yeşil oluyordu. Şimdi ise sanki yağmurda ıslanmış çimen gibi parlıyordu gözleri. Göz kırpıp sırıttığında kaburgalarım zangır zangır titredi. Derin bir iç çektim.
"Buradaydım, sizin çıkmanızı beklerken biraz hava alayım dedim."
Mine teyze gülümseyip yanıma geldi ve koluma girdi.
"İyi yapmışsın hayatım."
Bu sırada Ali, abisinin valizini arabanın bagajına koymak için ilerlerken yanağımdan bir makas aldı. Ali, abisinin aksine sarışın bir çocuktu. Abisinin havasının 4'te1'i bile onda yoktu. Sevecen, sıcakkanlı ama bir o kadar karizmatikti. Peşinde onlarca kız olmasına rağmen hiç birisini gözü görmüyordu. Ona gülümseyip küçük ama seri adımlarla Yiğit'e doğru ilerledim. Küçük elimi geniş çevreli koluna koyup güçlükle yutkundum.
"Kendine dikkat et. Bizi habersiz bırakma, olur mu?"
Sesim o kadar sessiz ve zarif çıkmıştı ki bunun için bile burada ağlayabilirdim. Kolunu elimden kurtarıp belime doladı. Ellerim onun göğsüne yaslı kokusunu derin derin içime çektim.Ah, burada kalsam, beni burada saklasan hiç bırakmasan...
"Ederim güzellik, arayacağım zaten her gün. Hem 1 hafta kalıcam, her eğitime gittiğimde bu kadar duygusal olmayın." dedi gülerek. Sadece iç çekip geri çekildim. Kafamın üstüne bir öpücük bırakıp yanımdan geçti ve annesine sarıldı. Ben geniş omuzlarına bakarken aklımdan onlarca şey geçtiği için ne konuştuklarını dinleyemedim.
Evet, 3 aydır yurt dışına çıkmıyordu ama yaklaşık 2 yıldır 3 ay öncesine kadar her ay başka bir şehire iş için seyahat ediyordu. Yiğit psikologtu, 4 senenin sonunda mesleğini eline almış olmasına rağmen sık sık yurt dışına eğitime gidiyordu. Bu sayede gittiği bir çok ülkeyi geziyordu. Ama 3 aydır gözümün önünde, dizimin dibindeydi. Telaşlanıyordum onu göremeyince, kokusunu içime gizlice olsa da çekemeyince.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpek'
General FictionUzak, çok uzak diyarlardan gelmiş gibiydi gözleri. İki yeşil boncuk düşmüştü yer yüzüne,o da onları çok sevmiş takıvermişti sanki kirpiklerinin arasına. O kadar güzeldi ki gülüşü, bıyıklarının arasından firar edip kaçıveriyordu bazı zamanlar. O hoş...